Bu yazımda mutluluk, mutsuzluk ve genel olarak insanın içinde
bulunduğu buhran hali ile ilgili düşüncelerimi aktarmaya çalışacağım. Bu
konuyla alakalı zihnimde biriken çokça şey var. Ve yazılarımı kısa yazdığım,
her konudan az az bahsedip bıraktığım yani derinlemesine hiçbir konuyu tam
olarak ele almadığım hususunda da bir eleştiri aldığım için biraz uzun olacak bu
yazı. Umarım ne düşündüğümü tam olarak ifade edebilirim.
Öncelikle bu konuyu seçme amacım, bununla alakalı bir kaç
olayın üst üste gelmiş olmasıdır. Bu olaylardan ilki Kırıkkale'deki İzdiham kitap etkinliğinde
Onur Ünlü ’den ve filmi olan “Beş Şehir ”den bahsederken insan neden mutsuzdur
konusuna da değindik. Ve etkinlik başkanının akıllıca yönelttiği sorular sayesinde konu
baya bir genişletilerek tartışıldı ve zihnimde bir çerçeve oluşturdu.
İkinci
olarak anonim bir arkadaşım, bir konuşmamız esnasında Türkiye’deki insanların neden
mutsuz olduğu konusunda fikirlerini beyan etti. Onlardan da çok yararlandım. Ve
son olarak kendi yaşadığım olaylar ve etrafımda gözlemlediğim kişiler neticesinde genel
olarak hayatımıza bir mutsuzluk hakim olduğunu fark ettim. Bu beni rahatsız
etti. Aslında yaklaşık bir yıldır rahatsız ediyor. Ben de şayet becerebilirsem,
etrafımdan edindiğim bilgileri de alıntı yaparak bu konu üzerine bir şeyler
söylemek istiyorum.
Öncelikle mutluluk kavramı üzerinde duracağım. Çok
muğlak ve öznel bir kavramdır, mutluluk. Tanımı hiç şüphesiz kişiden kişiye göre değişiyor.
Google’a mutluluk nedir diye yazdığımda ise karşıma çıkan TDK sözlük tanımı “bütün
özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşmaktan duyulan kıvanç durumu” şeklinde
oldu. Bu tanımı biraz açalım şimdi. Tüm özlemlere eksiksiz ve sürekli
ulaşmaktan duyulan sevinç. O zaman bunun tersi de, yani mutsuzluk, tüm özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşamamaktan duyulan üzüntü, oluyor. Yani ortada olmasını istediğimiz şeylere tam
anlamıyla ulaşamamanın bir süreklilik arz etmesi durumu var.
Burada aklıma şöyle bir soru takılıyor. Bir şeyin süreklilik
arz etmesi nasıl mümkün olabilir? İnsan değişken bir varlık. Hayat da değişken.
Peki nasıl olur da bir insan değişmeden, sürekli olarak mutsuz olabilir? Şahsen mutluluğun
da mutsuzluğun da süreklilik arz edeceğine inanmıyorum.
Tabi eskiden böyle düşünmüyordum. Eskiden yazdığım yazılarda genel olarak gerçek ve ömür boyu sürecek bir mutluluk arayışı teması hakimdi. Hatta o zaman anonim bir kişi yazılarımdan birisine (Beklediğimiz Hayatlar) “Mutluluk hiç bir zaman süreç değildir. Hayatın olağan akışı durağandır.(...) Mutluluk ise bu sıradan şeyler içinde meydana gelen faydalı ani durumlardır. Sınavdan yüksek alman, uykunu iyi alman gibi. Bundan dolayı sonsuza kadar mutlu yaşadılar ifadesi masallarda geçer.(...)” şeklinde bir yorum yapmıştı.
Tabi eskiden böyle düşünmüyordum. Eskiden yazdığım yazılarda genel olarak gerçek ve ömür boyu sürecek bir mutluluk arayışı teması hakimdi. Hatta o zaman anonim bir kişi yazılarımdan birisine (Beklediğimiz Hayatlar) “Mutluluk hiç bir zaman süreç değildir. Hayatın olağan akışı durağandır.(...) Mutluluk ise bu sıradan şeyler içinde meydana gelen faydalı ani durumlardır. Sınavdan yüksek alman, uykunu iyi alman gibi. Bundan dolayı sonsuza kadar mutlu yaşadılar ifadesi masallarda geçer.(...)” şeklinde bir yorum yapmıştı.
O zaman için bunu inkar edip çürütmeye çalışmıştım. Ama
aradan sadece iki ay geçmesine rağmen haklılık payı olduğunu görebiliyorum.
Hayatta hüzün, keder, sevinç, heyecan gibi envai çeşit duygular yer aldığı için
ve bu duygular insanın tatması için var edildiğinden normal şartlarda bir
insanın hayatının tamamını mutlulukla veyahut mutsuzlukla geçirmesinin mümkün
olmadığı konusunda ikna oldum.
Bir başka değineceğim nokta ise, yine hayattaki zorluklardan
bahseden bir yazımda (Challenges) liseden bir arkadaşım “Bence senin
duygularının tatmin olmamasının sebebi, mutluluk algın. Gerçek mutluluğu bulmak
ve sonsuza kadar mutlu yaşamak imkansız. Çünkü mutluluk geçici ve nankör bir
duygu, ki bu da onun için yaşamaya değecek bir şey değildir. İnsanın temel amacının
mutluluğa değil de huzura ulaşmak olduğuna inanıyorum. Huzur, yapman gereken
şeyleri yaptığında gelen rahatlatıcı bir his.(...) Huzur, bedenin için değil,
ruhun için doğru şeyi yapmakla alakalı. Mutluluk bedensel memnuniyeti getirir
ama ruhun için derin rahatlık, huzurdadır.” şeklinde bir yorum yapmıştı. Yorum İngilizce olduğu için
cümleleri biraz düşük çevirmiş olabilirim ama genel itibariyle yazdığı şey
buydu.
Ve o an için bu yorum beni epey tatmin etmişti. Gerçekten de
huzursuz ve dolayısıyla mutsuz oluşum, genel itibariyle üzerime düşeni, yapmam gereken şeyleri yapmadığım
zamanlarda ortaya çıkıyordu. Buradan da insanların bu hayattaki maddi manevi
her türlü sorumluluğunu yerine getirdiğinde yani kafası bu konularda rahat
olduğunda huzurlu hissedeceği sonucunu çıkardım.
Ancak anonim olan başka bir arkadaşla yaptığım konuşma
sonrasında mutsuzluğun çok farklı bir kaynağı daha olabileceğini öğrendim.
Arkadaşımın söylediklerini aynen alıntılıyorum.
“Orta halli bir Türk ailesinde Anadolu kültürünün eksi yönleri dediğimiz bütün kurallar geçerli. En önemli eksik ise mahalle baskısı olayıdır. Küçük bireyler hep düşüncesini kendi içinde yaşar, onu dışarı çıkarmaya çekinir. Çünkü ya aile büyükleri kızarsa? Ve küçükler bu korku ile büyür. Özgüven eksikliği olur ve toplum bir mutsuz birey daha kazanır. Türkiye toplumunun mutsuzluk sebebinin kökeni budur. Bunu aşmak biraz zor. Çünkü toplum buna müsaade etmez. Türkiye toplumu Avrupa gibi değil. Akrabalık ve aile içi bağlar kuvvetli olduğu sürece siz hep alttan almak zorundasınızdır. Yoksa isminiz kötüye çıkar.”
“Orta halli bir Türk ailesinde Anadolu kültürünün eksi yönleri dediğimiz bütün kurallar geçerli. En önemli eksik ise mahalle baskısı olayıdır. Küçük bireyler hep düşüncesini kendi içinde yaşar, onu dışarı çıkarmaya çekinir. Çünkü ya aile büyükleri kızarsa? Ve küçükler bu korku ile büyür. Özgüven eksikliği olur ve toplum bir mutsuz birey daha kazanır. Türkiye toplumunun mutsuzluk sebebinin kökeni budur. Bunu aşmak biraz zor. Çünkü toplum buna müsaade etmez. Türkiye toplumu Avrupa gibi değil. Akrabalık ve aile içi bağlar kuvvetli olduğu sürece siz hep alttan almak zorundasınızdır. Yoksa isminiz kötüye çıkar.”
Tabi bunlar tamamen kişisel kanaatler, katılmayanlarınız
olabilir. Ama yukarıda bahsettiğim kitap etkinliğinde bir arkadaşın sorduğu bir
soru da beni özellikle “sürekli alttan alma zorunluluğu” hususunda düşünmeye
itti. Bahsettiğim arkadaş demişti ki, “Mesela ailem ve bütün akrabalarım benim
savcı olmamı istiyor ama ben istemiyorum. Eğer savcı olmazsam herkes çok mutsuz
olacak ve hayal kırıklığı yaşayacaklar. Ama olursam da ben ömrümün sonuna kadar
istemediğim bir mesleği yapacak olmaktan ötürü mutsuz olacağım. Bu durumda ben
nasıl mutlu olabilirim?”
Gerçekten de genelleme yapamasak bile, aile veya mahalle baskısı sebebiyle istemediği bölümü-mesleği seçenler, veya istemediği bir insanla evlenenlerin sayısı azımsanamayacak kadar çok. Aile içi bağlarının kuvvetli olması kötü bir şeydir demiyorum, ama bu mevcut aile baskısından dolayı sevilmeyen işlerin yapıldığını veyahut kendine güvensiz bireyler yetiştiği gerçeğini de göz ardı edemem.
Gerçekten de genelleme yapamasak bile, aile veya mahalle baskısı sebebiyle istemediği bölümü-mesleği seçenler, veya istemediği bir insanla evlenenlerin sayısı azımsanamayacak kadar çok. Aile içi bağlarının kuvvetli olması kötü bir şeydir demiyorum, ama bu mevcut aile baskısından dolayı sevilmeyen işlerin yapıldığını veyahut kendine güvensiz bireyler yetiştiği gerçeğini de göz ardı edemem.
Tüm bu yazdıklarımın ışığında, neden mutsuzuz sorusunun net
bir cevabına ulaşamadım. Fakat bir kaç çıkarımda bulundum kendime göre. Onları
da yazarak yazıyı noktalayacağım.
Öncelikle herkesin sahip olduğu imkanlar ve karşılaştığı zorluklar eşit derecede olmadığı için, başkalarının hayatına bakarak kendi hayatını onlarınkiyle kıyaslamak mutsuz oluşumuzun temel sebeplerinden biridir. Bu kıyaslamayı yapmamak her ne kadar imkansız gibi görünse de, bundan vazgeçmek gerekiyor. Çünkü bu şekilde varılabilecek tek nokta “Neden o değil de ben?” noktasıdır.
Öncelikle herkesin sahip olduğu imkanlar ve karşılaştığı zorluklar eşit derecede olmadığı için, başkalarının hayatına bakarak kendi hayatını onlarınkiyle kıyaslamak mutsuz oluşumuzun temel sebeplerinden biridir. Bu kıyaslamayı yapmamak her ne kadar imkansız gibi görünse de, bundan vazgeçmek gerekiyor. Çünkü bu şekilde varılabilecek tek nokta “Neden o değil de ben?” noktasıdır.
Bir diğer düşüncem, mutluluk maddi bir şey değildir. Mesela
kitap etkinliğinde değinilen noktalardan
biri de buydu. “Hukuk kazanmak istiyordum, şimdi buradayım ama mutlu değilim.”,
“Çok zengin olup istedikleri her şeye sahip insanlar bir süre sonra bunalıma
giriyor veya intihar ediyor, çünkü artık bu dünyada elde edemedikleri bir şey
kalmamış oluyor.”, “İnsan hep bir fazlasını istediği için mutlu değil. Çünkü
hayattan beklentilerimizin sınırı yok ve bunların hepsinin tatmin edilmesi de
teknik olarak mümkün değil.” nev'inden cümleler sarf edilmişti orada. Bunlara
tamamen katılmakla birlikte bir kaç ilave yapacağım.
Beklentilerimiz
devamlı yüksek olduğu için var olan tatminsizlik hissini ortadan kaldırmanın en
basit yolu, beklentiyi düşürmek galiba. Çünkü beklenti arttıkça, buna
ulaşılamadığında meydana gelen hayal kırıklığı artıyor. Ve daha çok hayal
kırıklığı bizi daha çok mutsuzluğa sevk ediyor.
Bir de mutluluk maddi bir şey değildir.
Çünkü istedikleri her şeyi elde edecek varlığa sahip olan insanlar da mutlu değil
demiştim. Buradan da mutluluğun insanın iç dünyasıyla alakalı, manevi bir şey
olduğu sonucuna ulaşıyorum. İnsan iç dünyasında huzurlu değilse, dışardaki
mutluluğun pek de bir önemi kalmıyor. Ve iç dünyadaki huzurun esas kaynağı da
şükretmektir.
Buna sadece dinsel bir öge olarak değil, insanın genel olarak
sahip olduğuyla memnun olması gerektiği açısından yaklaşılmasını istiyorum. Çünkü
fazlasını elde etmek için çalışmak-çabalamak çok güzeldir. Lakin “hep bir fazlası” olayı eğer bir
saplantı halini alırsa, bununla insanın huzurlu bir hayat sürebilmesi mümkün
değildir.

Comments
Post a Comment