Daha fazla evde oturamayacağımı fark edince kendimi dışarıya attım. Açık havanın insanı ruhen güzelleştirdiğine inanırım her daim. Kapalı mekanların tekdüzeliğine karşın, her çeşit obje vardır açık havada. Doğanın sesi vardır mesela. Yaprakların, rüzgarın, böceklerin sesleri...
Havanın kararmasına yarım saat olduğunu bilerek, ama yine de okurum umuduyla kitap da aldım yanıma. Nitekim ben 25 sayfa kadar okuyunca güneş gitti. Bulutlar, karanlık ve rüzgar... Serin havada yalnız oturmanın dayanılmaz cazibesi. Evet ben yalnız kalmayı severim biraz. Arkadaşlarımla olmayı sevdiğim kadar tek başıma olmayı da severim.
Rüzgarın parmaklarımı soğuktan hissizleştirmesine aldırmadan yazıyorum bu yazıyı. Ölüyoruz, demek ki yaşanılacak demişti şair. Yaşıyoruz, demek ki yaşanılacak diyorum ben de. O kadar güzelsin ki doğa. Seninleyken her şey çok kolay.
Karşıdaki gölü seyrederken hayatımı düşünüyorum. Hani dün gece yine kendimle baş başa kaldığımda düşündüğüm ve işin içinden çıkamadığım hayatımı. Ama şimdi burada akşamın vanilya kokan serinliğinde, bulutlar bu kadar siyahken her şey o kadar mümkün, her şey o kadar yapılabilir ki.
İki masa öteden gitar tıngırtıları geliyor, yan masamda bir kız, arkadaşına sevgilisinden dert yanıyor. Ben kendimi doğaya bıraktım. Bozkırın ortasındaki şehrimizin var olan bir kaç ağacının kokusunu içime çekiyorum. Bizi
bunaldığımızda her daim aynı gönül genişliğiyle karşılayan bir tabiat iyi ki var.

Comments
Post a Comment