Ne
zamandır bir dizi tanıtım yazısı yazmak aklımdaydı. Bilgisayarın başına bu
yazıyı yazmak için oturmamış olmama rağmen, madem oturdum ve buradayım, ben de düşündüm ki neden yazmayayım.
The
Bleak House: ikinciye döndüğüm çok sevgili İngiliz dizisi. İngiliz dizileri,
benim için Amerikan dizilerinden hep bir tık daha önde, Suits müstesna. Bunun
tabiiki de yapmakta olduğum meslekle bir alakası yok. Suits hep
müstesna kalacak.
Bleak
House, sadece tek bir sezondan oluşan ve bittiğinde bu denli çabuk
bittiği için sizi hüzünlendirmesi muhtemel olan bir mini dizi. Yazıda
spoiler vermek istemiyorum, o yüzden yüzeysel bahsetmeye çalışacağım. Ben de bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine izledim.
Bleak
House, yani kasvetli ev. Charles Dickens’in aynı isme sahip roman uyarlaması.
Diziyi bitirince kitabını da edinme isteği hasıl olmadı değil. Fakat hangisi
daha fazla tatmin eder, hangisini önce okumak/izlemek lazım, bilemiyorum.
Dizi bir miras davasını konu ediniyor. Bir sezondan oluştuğunu söyledik, toplam 15 bölüm.
Her bölüm 30'ar dakika, birinci bölüm biraz daha uzun. Mr. John Jarndyce (bunu
İngiliz aksanıyla beş dakikada bir duyunca mest oluyorsunuz) çok büyük bir
mirasa sahiptir vefakat o öldükten sonra mirasın nasıl taksim edileceği konusu
bir sorun haline gelmiştir. Zira ortada birden fazla vasiyetname vardır,
hiçbirisi net değildir. Bu dava yıllardır süregelmiştir, halk arasında ve
mahkemedeki en popüler dava olmasıyla da ünlenmiştir.
Dizideki karakterlerden kısaca bahsedecek olursam; Esther Summerson, dizide bakıcılık rolünü üstlenen, ama aslında bundan çok daha fazlası olan ve olayların genel itibariyle etrafında şekillendiği bir kadın. Ada Claire ve Richard Carstone, mirasta pay sahibi olan yaşça biraz genç iki kuzen. Esther, Ada’ya refakat için getiriliyor aslında. Bakıcıdan kastım o idi. Dizinin geçtiği asıl yer ‘bleak house’ dedikleri kasvetli ev. Ama evin kasvetli bir tarafı kalmamış, thanks to Mr John Jarndayce.
Dizideki karakterlerden kısaca bahsedecek olursam; Esther Summerson, dizide bakıcılık rolünü üstlenen, ama aslında bundan çok daha fazlası olan ve olayların genel itibariyle etrafında şekillendiği bir kadın. Ada Claire ve Richard Carstone, mirasta pay sahibi olan yaşça biraz genç iki kuzen. Esther, Ada’ya refakat için getiriliyor aslında. Bakıcıdan kastım o idi. Dizinin geçtiği asıl yer ‘bleak house’ dedikleri kasvetli ev. Ama evin kasvetli bir tarafı kalmamış, thanks to Mr John Jarndayce.
Mirasta
pay sahibi olan fakat seneler önce bu payından vazgeçmiş bulunan, aynı zamanda
muris ile aynı ismi taşıyan Mr John Jarndayce, Ada ve Richard’e vasi olma
görevi üstleniyor ve Esther’ın da onlara katılmasıyla hepsi kasvetli evde
yaşamlarını sürdürmeye başlıyorlar.
Dizi
boyunca Mr John Jarndayce’in beyefendiliğine, karşılıksız sevgisine ve yaptığı
olağanüstü fedakarlıklara şahit olacaksınız. Ayrıca dizide Sir Leister Deadlock
ve Lady Deadlock isimli ve oldukça kilit rolde olan bir çift de var ve her
nasılsa Bleak House’takilerle bir bağlantı içindeler.
Gizemli
katip Mr. Nemo... Cevval avukat Mr Tulkinghorn.. Ve benim favori karakterim
doktor Mr Allan Woodcourt... Esasen doktor, yan karakteri canlandırıyor fakat o
kadar merhametli ve farklı bir insan ki, diziye katıldığı ilk dakikadan
itibaren gönüllerde taht kuruyor.
Daha
pek çok karakter var, ama zaten isimler unutuluyor. Bunlar en çok vurgu yapmak
istediklerim.
Bleak House, esas itibariyle çözülemeyen bir miras davasını konu almakla birlikte, bununla
bağlantılı olarak birkaç sır da açığa çıkıyor. Merak hissinizi sürekli uyanık
tutmayı başarabilen nadide eserlerden.
Ve
aşk... dizinin bütününe yayılmış müthiş bir aşk hikayesi var. Eski zamanlarda
aşk bile çok naif yaşanıyormuş diyebileceğiniz türden. Ayrıca böylesine iç içe
geçmiş hisler kanaatimce daha iyi şekilde işlenemezdi ve bir aşk öyküsünün bu
kadar güzel bir finali yapılamazdı.
Dizi
eski zamanların İngiltere'sini anlattığı için, benim bu tarz yapımları çok
sevmemle de ilgisi olabilir tabii, tiplemeler çok hoş. Bir kere her
şeyden önce üslup ve konuşmada seçilen sözcükler çok zarif. “yes my lady,
no my lady” en çok duyacağınız ikili. Benim dikkatimi çeken bir başka replik
ise, akıl sağlığından dizi boyunca şüphe duyacağınız Miss Flite'in “We shall all
have the judgement on the day of judgement” oldu.
Onun
haricinde, avukatların toplumdaki konumları-duruşları, mahkemede söz alma şekilleri,
toplumsal sınıf farkının bu kadar bariz oluşu ilk etapta gözlemlenebilecek
hususlar. Bir de dilekçeler elle çoğaltılıyor. Mesela mahkemeden bir ara karar
çıktı, tarafların bu kararı alması lazım. Fotokopi makinesi yok tabii o
zamanlar. Kopya edilecek belgeleri el ile çoğaltan ve bunu meslek haline
getirmiş insanlar var. Kullandıkları kalem mürekkepli kalem, kağıtlar da normal kağıtlardan farklı olunca ortaya çok hoş el yazması kopyalar
çıkıyor.
Bir
an günümüzle kıyasladım zihnimde. Bilirkişiden bir rapor geliyor, 15 sayfa. Siz onu mürekkepli kalemle tek tek kopya ediyorsunuz ve sonra onun üzerinde
cümlelerin altını hunharca çizmek suretiyle çalışmanız gerekiyor. Oh dear!
Son
olarak, ikame daha farklı diziler de önerebilecek olmama karşın, Bleak House'un son zamanlarda izlediğim en iyi dizi olduğunu söyleyebilirim. Zihnimi
çok yormasın, sakin ilerlesin ama aynı zamanda merakımı da hep diri tutsun
diyorsanız, en azından ilk bölüme bir bakın derim.






Comments
Post a Comment