Skip to main content

Ölüm ve Unutmak


  
   "Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber

    Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?"

                                                                 Necip Fazıl Kısakürek

  Bu dizedeki gibi bir teskinlik ile ölümü karşılayanımız pek azdır herhalde. Özellikle de haberin alındığı o ilk anda…

   Beni bu yazıyı yazmaya iten şey, bir arkadaşımın vesilesiyle tanıştığım başka bir arkadaşımın annesinin vefat haberini  öğrenmiş olmamdır. Ve hayatın geçici oluşunun bir kez daha kafama balyoz gibi inmesidir.

  İnsanlar olarak bizler, sanki sonsuza dek yaşayacağımızın garantisi verilmişçesine bir hayat süreriz. Yer, içer, eğlenir, gezer, canımız ne istiyorsa onu yaparız. Halbuki kabullenmek her ne kadar çok zor olsa da ölüm diye bir gerçek var. Ve hayatın her anında gelip bizi yakalaması, ihtimaller dahilinde.

  Bazen vefat eden bir çocuk haberi alırız. Ve çoğumuzun ağzından şu cümle dökülür:  ‘Genç yaşta gitti.’ Halbuki ölümün yaşı mı vardır ki insanların erken ya da geç gittiğine böyle karar verebiliyoruz?  İnsanın vadesi ne zaman dolmuşsa, o an onun ölüm vaktidir, erken ya da geç değil.

  Bir de ani ölümler var, bizi şaşkınlığa boğan. Belki de onlar daha çok etkiler bizi, hastalık ya da yaşlılığın sebep olduğu ölümlerden ziyade. Her gün görüp konuştuğumuz bir kişi, bir gün ansızın göçüverir bu dünyadan. Zamansız gitti, deriz. Çok ani oldu ölümü, deriz. Yapacak daha çok şeylerimiz vardı, deriz. Aslında zaman bellidir çok önceden, ama bizim haberimiz olmadığı için, zamansızmış gibi gelir bize.

   İster hastalıkla olsun, ister ani olsun ölüm gerçeği hep aynı acıyı yaşatır insanlara. Bir kor gibi düşer yüreklere, kavurur insanın içini. Bazen gözyaşlarıyla atabiliriz onu içimizden, bazen o bile yeterli gelmez acıyı söküp atmaya. Bu aşamada bize verilen en güzel lütuf, unutmaktır bence. İnsan, unutabildiği için bir şeylerin üstesinden bu kadar kolay gelebilir. Unutma yetimizin olmadığını ve acımızın ilk günkü tazeliğiyle her an kalbimizde olduğunu bir düşünsenize!

  Bu satırlar beni yıllar öncesine götürüyor… Yıllar önce çok sevdiğim bir arkadaşımı kaybettiğimde, sanki bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak,  sanki O aklımdan hiç çıkmayacakmış gibi gelmişti. Hep ilk günkü acısıyla yaşayacağımı sanmıştım. Ama öyle olmuyor. Binler şükür ki insan, unutuyor. Aklından çıkarabiliyor ve hayatına devam edebiliyor. Yoksa yakınlarını kaybedenler için yaşamak mümkün olmazdı. İnsan her gün aynı acıyı tekrar tekrar yaşasa, sonunda kafayı yerdi herhalde.

  Yakınlarımızın başına gelen, ya da uzaktan duyduğumuz ölümler;  ne ilkti, ne de son olacak. Dünya kurulduğundan beri sürekli birileri doğuyor ve ölüyor.  Bizim için de ölümü ne zaman gelip bizi bulacağını kimse bilemez. Önemli olan bu sürecin nasıl değerlendirildiğidir.

   Yaşım henüz çok genç olmasına ve pek fazla hayat tecrübem olmamasına rağmen, öğrendiğim ve iyice de idrak ettiğim bir gerçek var: Hayat, birilerini üzüp kırmaya değmeyecek kadar kısa!

Comments

Popular posts from this blog

YLSY Sürecim

Üniversite üçüncü sınıf. Aziz hoca bir dersimizde “Türkiye'de akademisyen olabilmenin yolları”nı anlatıyor. O zaman bunun için 3 yol var: ÖYP, cari alımlar ve MEB bursu. O gün MEB bursunu duyunca çok heyecanlandığımı hatırlıyorum. Anneme anlatıyorum hemen, 6 sene çok fazla diyor; babam, Türkiye'de bir iş sahibi olmamı söylüyor. Benim için hiç kolay bir ikna süreci olmuyor. Kendimi ifade etme çabalarım hala gözümün önünden gitmiyor.  Bir sene sonra ÖYP kaldırılıyor. Yıkılıyorum. Sonra mezun oluyorum. Sonra 2016 yılında ilk kez YLSY tercih kılavuzu yayınlanıyor. İçinde özel hukuk yok. Benim hukuku sevme nedenim olan özel hukuk yok. Başvurmuyorum. Ama gerçekten çok üzülüyorum. Aradan birkaç ay geçiyor. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi'ne yüksek lisansa kabul ediliyorum. Ve YLSY'yi tamamen unutuyorum. Çok güzel bir yüksek lisans dönemi... Hocalarımı çok seviyorum. Okulumu çok seviyorum. Beni gerçekten tatmin ediyor. Sonra staj başlatıyorum. Yüksek lisans ve stajı aynı...

Ph(inishe)D

  Today marks an important milestone in my life. I just submitted my PhD thesis, and it felt extremely awkward. After I pulled myself together, I visited this bench above, my sad place in Southampton. I have come here so many times. When I get upset, frustrated, or disappointed, I come here to cry, to think, to talk to myself out loud. And today, the reason I came here after my thesis submission was to let go of the things that made me miserable for the last four years. Over the past years, I got upset over so many different things. I got upset over my PhD thesis, over and over again. I got upset over presentations, progression review deadlines, writing, not writing, not being able to read, not being able to understand what I read due to language barriers... I got upset over the wrong people, and then over people who were even more wrong. Countless things. This bench has witnessed my sorrow and stayed still for me while I burst into tears each and every time. And now, since I...

Yeni Mezun Bir Hukukçuyu Neler Bekliyor- Part 1

Merhaba, İlk olarak çok uzun zamandır yazı yazmadığımı belirtmeliyim. En son yazıyı kasımda yazmışım. Kasımdan bu yana geçen 8 ay boyunca çeşitli yoğunluklarım olduğundan ve bir süre sonra da araya zaman girdiği için bloga yazmak zorlaştığından ötürü yazı yazamadım. Fakat bir arkadaşımın yeni mezun bir hukukuçuya neler tavsiye edebileceğimi anlatan bir yazı kaleme almamı ricası üzerine kendimi bilgisayarın başında buldum. Umarım bu yazıyla blogun tozunu kaldırmış olurum. Öncelikle internetteki herhangi bir yerden copy-paste yapmayacağımı söylemeliyim. Bu yazdıklarım tamamen benim büyüklerimden öğrendiğim ve yaşayarak tecrübe ettiğim şeyler. Ben halihazırda avukatlık stajımın sonuna geldim ve yüksek lisansta da tez aşamasına gelmiş bulunuyorum. Kendimden yola çıkarak da anlatacağım bazı şeyleri. Keyifli okumalar. TATİL Bu yeni mezun olmuş herkese verebileceğim ilk ve en büyük tavsiyedir. Ben mezun olur olmaz, geçiçi diplomalarımız çıkınca koşa koşa baroda staj başvur...