Skip to main content

Posts

Showing posts from 2019

Bende Sığar İki Cihan, Ben Bu Cihana Sığmazam*

Sekiz aydır bloguna tek bir karalama dahi yapmayan biri olarak, artık kendimi blogger olarak nitelendiremesem de, 2019'un sonuna yaklaştığımız şu günlerde, yaklaşık bir senedir zihnimde yazılmayı bekleyen bu yazıyı yazamadan 2020'ye girersem, kendimi suçlu hissedecektim. Uzun bir aradan sonra hola! Bugün Almanca kursunda ders arasında, karşıdaki, bana göre Ankara'nın en iyi simitçisinden aldığım simitten birkaç lokma aldıktan sonra, aç olmama rağmen devam edemedim. Neticede simit dediğimiz şey, susamlı, kuru bir hamur bütününden başkaca bir şey değil. Sonra aklıma bu susamlı, kuru hamur bütünü için aylar boyu nasıl hayal kurduğum geldi. Evet, konumuz İngiltere'deki uzun ama kısa, mükemmel ama bir o kadar sancılı bir yılım. Bu yazıyı orada yaşadığım süre boyunca ya da Türkiye'ye ilk ayak bastığımda yazamamış olmamın sebebi, meselelere hiçbir zaman bu kadar berrak bir görüş ile bakamamış olmamdı. Mezuniyet geçti, “recovery” dediğimiz süreç geçti, kendime an...

Procrastination

Başlık olarak günlük hayatta en çok kullandıklarımdan olan ama asla telaffuz edemediğim bir kelime seçtim ki havalı dursun. Konuşurken söylediğim gibi “delay” yazsaydım aynı etkiyi vermezdi çünkü. Hem ilham aldığım videonun * da ismini değiştirmiş olurdum. O ne ola ki? Erteleme hastalığı! Erteleme hastalığı muhtemelen yıllardır birlikte yaşadığım ve artık alışkanlık haline getirmiş olduğum ama her ne hikmetse yurt dışında yüksek lisans yaptığım son 6 ayda tavan yapan bir durum. Bir şeyleri ertelemekten kendimi alamıyorum. Sadece ertelemekle kalsam yine iyi. Bir şeyleri son güne bırakmaktan kendimi alamıyorum. “Çok şükür ki 'deadline' diye bir şey var, ya o da olmasa?” diye düşünürdüm hep ve "ben son gece çalışıp başaranlardanım zaten", diyerek kendimi avuturdum. Ancak biraz önce, bir arkadaşımın ** tavsiyesi üzerine izlediğim Ted Talks videosunda aslında her şeyin bir deadline’ı olmadığının farkına vardım ve uzandığım yerden doğrulup bilgisayarın açma tuşu...

How i met your mother?

(spoiler içerir.)  Sekizinci bölümden birinci bölüme atlayıp yine de hiçbir şeyin saçma ya da ilginç gelmediği tek yapım. Beni, yanında hiç yemeyeceğim abur cuburları yemeye alıştıran, ödev teslim ve sınav haftalarımı şenlendiren, uykusuz gecelerimin de mutlu uyandığım sabahlarımın da müsebbibi yegane dizi: how i met your mother.  Diziyi şu kadar kere izledim, kaçıncı kere başa döndüm, demeyeceğim. Çünkü biliyorum, "Friends" ve "How i met your mother" gibi diziler, insanı kendisine bağladığından mütevellit, bir başlandı mı defalarca kere izletmeden bırakmıyor. Himym bende de tam olarak öyle bir etki bıraktı. Friends ile ilgili bir şeyler yazsam mı diye hala düşünüyorum ama, Himym'dan sonra izlediğimden midir bilmiyorum; herkesin, hatta ikisini de izlemiş olanların bile Friends'i ısrarla önermelerine rağmen benim bir türlü ısınamadığım, karakterlerine alışamadığım ve kendimi olayın içinde hissedemediğim, velhasıl ilk sezondan öteye de gidemediğim bir diz...

Gurbet

 Evden 3789 km uzakta, 107. Günü 108. Güne bağlayan geceden sesleniyorum size. Hola.  Geçenlerde bir arkadaş telefonda konuşurken sen gideli 4 ay oldu gibi bir cümle etti. Dur yahu dedim, 4 ay ne. Daha yeni 3 ay oldu. Ama şimdi baktım da, 4 aya epey yaklaşmış. Bu ileri sayımı da garip bulanlar olacaktır. “Hala mı alışamadın Fatıma” diyeceklerdir. Ama bu alışmakla değil, tarihe not bırakmakla, gelecekte, o günleri görebilirsem şayet, geriye dönüp baktığımda bu zamanlarda yaşadıklarımı hatırlamakla alakalı.  107 gece geçirdim. En az 107 kere kahve içtim. Bunların pek azı Türk kahvesiydi. En çok sorulan ve en çok cevaplamakta zorlandığım soru “nasılsın” oldu. Nereye gitsem, ait hissedemedim. Nereden gitsem, orayı özledim. Bu dünyanın en büyük derdinin masa başında sıcak içeceğimi yudumlarken İngilizce makale yazmak olduğunu sandığım gecelerim oldu. Şimdi gülümseyerek ve hafif alaycı bir bakışla bakıyorum eski benliğime. Bence hala çok zor. Ama asıl dert etmem ge...