Skip to main content

Gurbet




 Evden 3789 km uzakta, 107. Günü 108. Güne bağlayan geceden sesleniyorum size. Hola.

 Geçenlerde bir arkadaş telefonda konuşurken sen gideli 4 ay oldu gibi bir cümle etti. Dur yahu dedim, 4 ay ne. Daha yeni 3 ay oldu. Ama şimdi baktım da, 4 aya epey yaklaşmış. Bu ileri sayımı da garip bulanlar olacaktır. “Hala mı alışamadın Fatıma” diyeceklerdir. Ama bu alışmakla değil, tarihe not bırakmakla, gelecekte, o günleri görebilirsem şayet, geriye dönüp baktığımda bu zamanlarda yaşadıklarımı hatırlamakla alakalı.

 107 gece geçirdim. En az 107 kere kahve içtim. Bunların pek azı Türk kahvesiydi. En çok sorulan ve en çok cevaplamakta zorlandığım soru “nasılsın” oldu. Nereye gitsem, ait hissedemedim. Nereden gitsem, orayı özledim. Bu dünyanın en büyük derdinin masa başında sıcak içeceğimi yudumlarken İngilizce makale yazmak olduğunu sandığım gecelerim oldu. Şimdi gülümseyerek ve hafif alaycı bir bakışla bakıyorum eski benliğime. Bence hala çok zor. Ama asıl dert etmem gereken o değilmiş.

 Son günlerde “Kaçık Prens”* adlı bir blog sayfasının yaptığı podcastlere sardım. Kahvaltı yaparken ve akşam yemeklerinde muhakkak bir tane açıp dinlemeyi alışkanlık hale getirdim. Farklı ülkelerde bulunan iki yakın arkadaşın, biri akademisyen biri iş adamı, günlük hayat ve psikolojik meseleler üzerine ettiği sohbetler, temel olarak. Bu sabah kahvaltımı ederken “yalnızlık” konulu podcasti dinlemiştim. Akşam yemeğinde ise “gurbet” temalı podcasti dinledim. Sırayla gitmiyorum, aradan o anki ruh halime göre seçiyorum. Bugünün başlıkları ise pek manidardı.

 Bugün gurbet konulu sohbetlerinde, konuşmacılardan birisi hali hazırda yurt dışında olduğu ve diğeri de uzun yıllar yine yurt dışında kaldığı için, yurt dışına gidince karşılaşılan yalnızlık hissi nasıl aşılır, uyum süreci  nasıl en az hasarla atlatılır gibi konulardan bahsedildi. Dediler ki, insan gurbete ilk gittiğinde sürekli geride kalanlara telefon eder, ama sürekli. Çünkü hep bir destek arar. Orada kendine bir sosyal çevre edinene kadar, var olan sosyal çevresinden güç bulmaya çalışır. Ancak telefonla da bir yere kadardır. Çünkü insan bazen fiziksel olarak da birileriyle etkileşime geçmeye, konuşmaya, vakit geçirmeye ihtiyaç duyar.

 Yüzümde buruk bir gülümsemeyle dinledim bir saatlik ses kaydını. Buradaki ilk bir ayımı anımsadım. Değişik değişik dönemlerden geçtim. Şu anda -sanırım- psikolojik olarak, en azından gurbete alışma noktasında düzlüğe çıktığım için, bunlardan rahatça bahsedebiliyorum. Ama kendi ülkenizde bile bir şehirden başka bir şehre taşınmak yeterince zor iken dilini bilmediğiniz bir ülkeye taşınmak hiç de kolay değildi. Dilini bilmediğiniz derken, benim senelerce uğraşmalarım sonucu belli bir seviyeye getirdiğim İngilizcemle Swansea'de Galler aksanlı İngilizce'yle karşılaşınca karşılaşınca gerçekten bir şey bilmediğimi anladım ve ilk vurucu darbe oradan geldi zaten.

 Neyse efendim, farklı farklı dönemlerim oldu dedim. Öncelikle Türkiye'dekilerin beni anlamadıklarını düşünüp telefonla etkileşimi sıfıra indirdiğim ve whatsapp mesajlarına bile dönmediğim dönem. Ardından burada bulunan "international" yurt ve okul arkadaşlarının, zaten ortada dil gibi koca bir problem varken beni hiç anlamayacaklarını düşündüğüm ve hiç kimseye yaklaşamadığım dönem. Sonra her şeyin o kadar üstüme üstüme geldiği ve buradaki Türk arkadaşların bile beni anlamayacağını düşünüp hiçbir daveti kabul etmeyip en nihayetinde herkesten kaçtığım üçüncü dönem. Swansea'nin bilumum parkları bu noktada en büyük dostum oldu. Şanslıyım, burada adım başı kocaman park var. Herhangi birine gidip kendinizi kaybetmeniz ya da bulmanız çok kolay. Ama işte kaçmak da çözüm değil. Bunu, biraz daha alışıp insanlarla etkileşime geçtiğim ve her şeyin bir tık normalleştiği dördüncü dönemde anladım.

 Ama bir de şu var. herhangi bir sorunla karşı karşıya kaldığınızda, bu derslerle ilgili, "homesick" oluşunuzla ilgili ya da dünya üzerinde mevcut herhangi başka bir şeyle ilgili olabilir, bu sorunu gerek Türkiye'den, gerek buradan; gerek Türkçe gerek İngilizce pek çok kişiyle paylaşıyorsunuz. İnsanlar, belki de herkes aynı şeylerle mücadele ettiğinden, Türkiye'dekiler de gurbette oluşunuzdan ötürü size karşı ekstra hoşgörülü davrandığından, son derece yardımsever ve kibar bir şekilde yaklaşıyor. Buradan dertleştiğim kişilerin, Türkiye'yle yaptığım görüntülü telefon konuşmalarının haddi hesabı yok. Ama günün sonunda odanıza çekildiğinizde yine kendinizle ve yalnızca kendinizle baş başa kalıyorsunuz. Yine bir şekilde sorunu çözecek adımı sizin atmanız gerekiyor. İnsanlar maksimum ya yol gösterebiliyor ya da sizi dinleyip motive edip yüreklendirebiliyor. Fazlası bir insandan beklenebilecek bir şey değil çünkü herkes farklı hayatları yaşıyor bir noktada.

 İşte buraya ulaştığınızda şu düşüncenin zihninize üşüşmemesi son derece önem arz ediyor: Türkiye'de olsaydım her şey daha kolay olurdu. Hayır. Orada da bu zorluklar vardı, orada da bunları tek başınıza göğüslemeniz gerekiyordu. Buradaki en büyük handikap Türkiye'de geçmişinizden gelen insanları bırakmış oluşunuz. Burada kimse sizi on senelik arkadaşınız kadar iyi bilemez bir anda. Her şey yeni baştan anlatılmalı, ilişkiler yeniden inşa edilmeli. Ama buna da handikap mı demeli yoksa işin cilvesi mi demeli bilemiyorum. Çünkü bir yerde bunlar da göze alındı. Yani o zaman anlamıyorsunuz nelerin yanına tik attığınızı ama bu yola girdikten aslında neleri zımni olarak kabul etmiş olduğunuzu bir bir idrak ediyorsunuz.

 Bütün bu yazdıklarımdan sonra, karşılaştığım ve zaman zaman belimi büken zorluklara karşı “ah gurbet” diyemiyorum. Zira aslında Türkiye'de de gurbetteydim. Çünkü şairin de dediği gibi, “ben gurbette değilim, gurbet benim içimde”. Nereye gidersem de gideyim, ne o his geçecek, ne de ben evimde hissedeceğim.


* Dinlemek isteyenler için blog adresleri: kaçık prens 
                 

Comments

Popular posts from this blog

YLSY Sürecim

Üniversite üçüncü sınıf. Aziz hoca bir dersimizde “Türkiye'de akademisyen olabilmenin yolları”nı anlatıyor. O zaman bunun için 3 yol var: ÖYP, cari alımlar ve MEB bursu. O gün MEB bursunu duyunca çok heyecanlandığımı hatırlıyorum. Anneme anlatıyorum hemen, 6 sene çok fazla diyor; babam, Türkiye'de bir iş sahibi olmamı söylüyor. Benim için hiç kolay bir ikna süreci olmuyor. Kendimi ifade etme çabalarım hala gözümün önünden gitmiyor.  Bir sene sonra ÖYP kaldırılıyor. Yıkılıyorum. Sonra mezun oluyorum. Sonra 2016 yılında ilk kez YLSY tercih kılavuzu yayınlanıyor. İçinde özel hukuk yok. Benim hukuku sevme nedenim olan özel hukuk yok. Başvurmuyorum. Ama gerçekten çok üzülüyorum. Aradan birkaç ay geçiyor. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi'ne yüksek lisansa kabul ediliyorum. Ve YLSY'yi tamamen unutuyorum. Çok güzel bir yüksek lisans dönemi... Hocalarımı çok seviyorum. Okulumu çok seviyorum. Beni gerçekten tatmin ediyor. Sonra staj başlatıyorum. Yüksek lisans ve stajı aynı...

Ph(inishe)D

  Today marks an important milestone in my life. I just submitted my PhD thesis, and it felt extremely awkward. After I pulled myself together, I visited this bench above, my sad place in Southampton. I have come here so many times. When I get upset, frustrated, or disappointed, I come here to cry, to think, to talk to myself out loud. And today, the reason I came here after my thesis submission was to let go of the things that made me miserable for the last four years. Over the past years, I got upset over so many different things. I got upset over my PhD thesis, over and over again. I got upset over presentations, progression review deadlines, writing, not writing, not being able to read, not being able to understand what I read due to language barriers... I got upset over the wrong people, and then over people who were even more wrong. Countless things. This bench has witnessed my sorrow and stayed still for me while I burst into tears each and every time. And now, since I...

Yeni Mezun Bir Hukukçuyu Neler Bekliyor- Part 1

Merhaba, İlk olarak çok uzun zamandır yazı yazmadığımı belirtmeliyim. En son yazıyı kasımda yazmışım. Kasımdan bu yana geçen 8 ay boyunca çeşitli yoğunluklarım olduğundan ve bir süre sonra da araya zaman girdiği için bloga yazmak zorlaştığından ötürü yazı yazamadım. Fakat bir arkadaşımın yeni mezun bir hukukuçuya neler tavsiye edebileceğimi anlatan bir yazı kaleme almamı ricası üzerine kendimi bilgisayarın başında buldum. Umarım bu yazıyla blogun tozunu kaldırmış olurum. Öncelikle internetteki herhangi bir yerden copy-paste yapmayacağımı söylemeliyim. Bu yazdıklarım tamamen benim büyüklerimden öğrendiğim ve yaşayarak tecrübe ettiğim şeyler. Ben halihazırda avukatlık stajımın sonuna geldim ve yüksek lisansta da tez aşamasına gelmiş bulunuyorum. Kendimden yola çıkarak da anlatacağım bazı şeyleri. Keyifli okumalar. TATİL Bu yeni mezun olmuş herkese verebileceğim ilk ve en büyük tavsiyedir. Ben mezun olur olmaz, geçiçi diplomalarımız çıkınca koşa koşa baroda staj başvur...