Günlerdir süren kalabalıktan öyle yorulmuş öyle yorulmuştu
ki bir an önce dinlenmesinin gerekliliğini ve hatta zaruretini tüm damarlarında
hissediyordu. İnsansız hava sahasına ihtiyacı vardı fekat bu mümkün olmuyordu.
Sabah sol tarafından uyanmış olacak ki kahvaltı boyunca hep kahvaltının bitip
de odasına geçtiği o anı düşledi. Bu şüphesiz ki kahvaltının şahsına yapılan en
büyük saygısızlıktı fekat yapacak bir şey yoktu.
Huzursuz hali kahvaltıdan sonra da devam etti. Zaten ne
zaman mutsuz uyusa sabahına bu vaziyette oluyordu. Aradığı şey odasında yoktu.
Aradığı şey beyninin odalarındaydı. Oraya gidiş bileti ise sessizlikten
geçmekteydi. Kahve yaptı kendine. Kahve kokusunu içine çekip kahve fincanının
kendisine de gelmesini bekleyen meraklı bakışlar arasında balkona yöneldi.
İnsanların bir günlüğüne kendi kahvelerini kendilerinin yapabileceğini düşündü.
Zira başkalarına kahve yapma eylemi keyifli olduğunda yaptığı bir şeydi. Şu an
ise bırakın keyifli olmayı hüznün boş sokaklarında klarnet çalan bir adamdan
daha berbat haldeydi.
Balkon sıcaktı. Yanına bir de kitap aldı fekat o sıcakta
kitap okumayacağı aşikardı. Ama kahve deyince beyni kitabını da almaya
komutlamıştı onu. Allah instagramı bildiği gibi yapsındı. Balkon sıcaktı, hem
de fena sıcaktı. Eylülün ortalarına gelinen şu günlerde yazdan kalma bir gün
gibiydi. Yaz mevsimini sevmeyenlerdendi ama bu, güneşi zaman zaman özlemediği anlamına
da gelmiyordu. Güneş ışınlarının kollarını ve ayaklarını kavurmasını büyük bir
iştahla seyretti. Kemikleri ısınıyodu. Bunu düşündüğünde kendini bir anda 70
yaşına gelmiş bir nine gibi hissetti. Bu kemikleri ısınıyor cümlesine oldu
olası gülerdi. Yahu onca kat derinin altındaki kemik nasıl ısınsındı.
Güneş cildini yaktıkça ne zamandır tatile çıkmadığını
anımsadı. Aylardır süregelen bu işler onu ziyadesiyle yormuştu. En kısa zamanda
bol güneşli ve az sesli bir kafa tatiline çıksa ne güzel olurdu. Güneş rahatsız
edici derecede yakıyordu fekat o halinden gayet memnundu. Zira insanların
sevmediği şeyleri sevmede ilk değildi bu. Tadı bayatlamış çayı, çürümeye yüz
tutmuş mandalinayi ve çirkin adamları da oldu olası severdi. Yakan güneş de
bunlardan birisiydi sadece.
Kahvesini az şekerli yapmıştı. Ama tadı güzel geldi. Kendini
sevmediği zamanlarda az şekerli kahve içmek gibi alışkanlıkları vardı. Zira
kahveye şeker ve süt ilavesi ona göre yaşama sevincinin göstergesiydi . Acı
kahvenin midesini burduğu o anı
pamuklara sarıp cam kavanozlarda saklasa ne de güzel olurdu.
Etraf sessizdi.
Sessizlik huzur veriyordu. Her sessizlik huzur getirmezdi. İnsanın bir hişt
hişt sesine ihtiyaç duyduğu anlar da çoktu fekat bugünku sessizlik beyninin kıvrımlarında
parti verilmesi etkisi yaratmıştı onda.
Kahve bitti. Kitabın kapağını açmadı. Parmağıyla telveden de
biraz yedi. Misafirlikteyken kahvenin telvesini yiyemiyor olmak kalbini hep
kırardı. Telve ne de güzel şeydi. Aklındaki sorulardan kaçmaya çalışarak
güneşin altında oturmaya devam etti. Balkona çıkmadan az evvel bir bloga denk
gelmişti. Allahım ne huzurlu hayatlar var dedi içinden on bin milyon kez.
Yazarın kelimelerinden kayıklar yaptı kendine. Cümlelerin sırtına binip
wonderlande uçtu. Ne az bağımlılıklar ve ne huzurlu hayatlar vardı. Kendi
hayatında huzur mevki para ve hayallerini sıraya koymaya çalışması ve
koyamamasını hatırladı sonra. Gene içi sıkıldı. Daha basit bir hayatı olmasını
diledi. Daha basit bir hayatı olsaydı bu mevkilerin kendi nezdinde sinek kanadı
kadar hükmü olmayacağını hatırlayarak bir kere daha canını sıktı.
Dün bir arkadaşı
insanlar ve dertleri ölüyor diye bir cümle yazmıştı. İnsanların ölmesine
alışkındı fekat dertlerin ölebileceği fikri sanki ilk kez duyuyormuşçasına
büyülemişti onu. Halbuki insanlar ölüyorsa dertler nasıl yaşasındı. Dertler
insanların hayatında hüküm süren ve ondan beslenen sorun tanecikleriydi.
Beslenecek bir kaynak bulamayınca onların da öleceğine şaşırdığına şaşırdı.
Bu yazı nereye gidiyordu böyle. Nedensiz bir şekilde yazma ihtiyacı
duyuyor ama bilgisayarın başına geçtiğinde harflere anlamsızca basmaya
başladığında pişman oluyordu. Hayatında bir şeyler sonunda yoluna girmeye
başlamıştı. Fakat kafasındaki sesleri susturamadığı için iç huzuru
yakalayamıyordu. Hayır yani ne var sanki demek istiyordu bir taraftan.
Ama kendisi bir insan hükmündeyse, beyninin kıvrımlarında zuhur eden sorunlar serçe parmağıydı. Ve o
sürekli serçe parmağını sehpanın kenarına çarpıyordu. Parmak ağlıyordu bazı
bazı. Parmak ağlayınca insan da ağlıyordu.
Comments
Post a Comment