okuyucuya not: bu yazıyı 5 nisanda yazdım, fakat bilgisayarımdaki teknik bir aksaklıktan ötürü bugün yayınlıyorum. iyi okumalar.
Bugün bir arkadaşımı avukatlar
gününü kutlamak münasebetiyle aradım. Mezun olduktan sonra ne yapacağımızı konuştuk. Üç ay kaldı, dedi. Güldüm. İnşallah öyledir, dedim. Ama telefonu kapattıktan
sonra uzun uzun düşündüm. Arkadaşlar yaklaşan tehlikenin farkında mısınız
acaba?
Üç ay sonra elime bir diploma verip gönderecekler beni bu
şehirden. Sonra da bir cübbe giydirecekler ve tatlı görünmesi adına pembe renge
boyanmış fakat sevimliliğin esamesi bulunmayan dava dosyalarına boğacaklar. Ya da
üç dört ay eve kapanıp hâkimlik sınavına çalış, diyecekler. Veyahut bu kadar
okumak sana yetmedi, az daha oku sen, deyip bir üniversite bünyesinde makaleler,
tezler ve kitaplarla dolu bir havuza atacaklar. Başka bir ihtimal yok. Eldeki
veriler bunlar. Ama ben gerçek hayatla yüzleşmek istemiyorum ki. Ben mezun
olmak istemiyorum.
Şimdi böyle yazıyorum ama sene sonunda bir dersim bile alta
kalırsa ortalığı yıkarım muhtemelen. Kastettiğim şey o değil. Ben olmak
istediğim yere gelemeden mezun olacağım bunu istemiyorum. Yahu sevgili okur, Allah
seni inandırsın şu hayatta yapmak istediğim şeylerin yüzde birini bile
yapabilmiş değilim daha.
Misal, hala daha İspanyolca konuşamıyorum. Ben İspanyolca, İtalyanca
ve bilumum şiirsel dillerin hepsini öğrenmek istiyorum. Dünya üzerinde acayip
güzel diller var. Ve biz onları konuşamıyoruz. Bu sizce de çok acı değil mi? Henüz
İtalya’da pizza yemedim mesela. Makarna da yemedim. Öğrencilik hayatıma en çok
katkısı olan yiyecek makarna. Adamlara gidip İtalyanca bir teşekkür etmemeyim
mi yani?
Sonra hiç doğada açmadım gözlerimi güne. Kırlarda yalın ayak koştum belki ama kuş sesleriyle uyanmadım. Kendi yemeğimi doğadan toplayıp
pişirmedim mesela. Varsa yoksa lüzumsuz kafelerde popüler kültürün bize
dayattığı “cıstak cıstak” müzik eşliğinde servis tabağımı bekledim. Oysa doğadan
yemek öyle mi olurdu? Muhtemelen olmazdı. Ama görmedim ki, bilmiyorum.
Mesela Türk klasiklerini bitirmedim henüz. Dünya klasiklerini
de öyle. Hatta yüz temel eserden bile
okumadığım kalmıştır. Hiç mi kitap okumadım? Okudum, ziyadesiyle hem de. Ama okumam
gerektiği kadar kitap okuduğuma inanmıyorum. Hoş, bir insanın her kitabı
okuması gerektiğine de inanmıyorum. Daha doğrusu, insanların “okuması gereken
kitapları” değil de "okumaktan zevk aldıkları kitapları" okumaları taraftarıyım. Ama
keşke okunması gerekli diye dayatılan bütün kitapları okusaydım da “bunlar da
neymiş yea” diye şikâyet edip hayatıma devam etseydim.
Mesela üniversitede bir topluluk kurup dilediğim gibi
faaliyet yapamadım. Gördüğüm- duyduğum her etkinliğe katılmaya çalıştım belki
ama aynı şey değil ki canım. Mesela üniversitede bir koroda şarkı da
söyleyemedim. Ama buna girmeyi denedim, onlar kabul etmediler. Okul koroları
hayatımda en çok eğlendiğim yerlerden biri. Neyse ki küçük yaşta da olsam
ortaokulda birkaç sene tatmıştım o deneyimi. Ama müzikle ciddi manada
uğraşamamış olmak ve bir enstrüman çalamamak hep içimde kalacak.
Velhasıl mezun olacak olmanın korkusu ve mesleki belirsizlik
hissi bir yana, ben en çok yapamadığım şeylere üzülüyorum. Yirmi iki yılı
geride bıraktım ama çok daha iyi geçirebilirdim. Hukuku bile tam anlamıyla
öğrendiğimi düşünmüyorum. Hatta bırakın tam anlamıyla öğrenmeyi, kendimi ifade
edecek kadar bile bilmiyorum bence. Şu anda üniversitenin ilk yılının ilk
dersinden başlatsalar beni hiç itiraz etmem, tabi giden yıllarımı da geri vermek
kaydıyla.
Diyeceksiniz ki, meslek zaten iş hayatında öğrenilir. Hem yukarıda
anlattığın, yapmayı isteyip de yapamadığın şeyler için geç değil ki canım. Daha önünde
bunları yapabilmen için seneler var… Kısmen haklısınız. Hiçbir şey için geç
sayılmaz. Nefes aldığımız müddetçe bir şeyleri değiştirebilme şansımızın
olduğunun farkındayım.Fakat yaş ilerliyor, bunun da farkındayım. İlerde hayatıma başka başka telaşlar girecek; boş zaman bulamayacağım belki, bunun da farkındayım. O yüzden şimdi şu dakika hayatımı dondurup bana bir beş yıl verilmesini ve bu zamanı gönlümce geçirebilmeyi çok isterdim.
Zaman en değerli şey. Ve insan ayrımı yapılmaksızın herkese eşit veriliyor. Fakat gençken kıymetini bilmiyoruz ya, ben asıl buna üzülüyorum sevgili okur. Esen kalın.
Comments
Post a Comment