Skip to main content

Eleştirmek Üzerine



  
 Geldi, oturdu. Biraz sinirli gibiydi. Ben de sormadım neyin var diye. Zaten bilirdim, anlatacak olsa anlatırdı. İki kahve söyledik, biri sütlü. İlk bir kaç dakika kahveme süt ve şekeri karıştırmakla oyalanır gibi yaptım. Açıkçası onun bir şey söyleyip söylemeyeceğini merak ediyordum. Fazla da sürmedi bu merakım. O anlattı ben dinledim.  
  Bir eleştirmek modası almış başını gidiyor, dedi. Sanki insanların hayatına bu kadar müdahil olmaya hakkımız varmış gibi, giydiği kıyafetinden, taktığı takıya, yediği içtiğinden, sosyal medyada paylaştığına kadar karışıyoruz. Yahu bizim ne haddimize? Hem neyi eleştiriyorsun? Devir zaten öyle bir hal almış ki, neyin ucundan tutsan elinde kalıyor. Vaziyet böyleyken ve muhatabın da her şeyin bilincinde ve eleştiri kabul etmezken daha ne diye ısrar ediyorsun? Sonra ne oluyor biliyor musun? Sonu gelmeyen polemikler... Ve hatta bu dediklerim sadece zıt görüşte olanlar arasında da olmuyor. Bazen aynı düşünce yapısına sahip iki insan, herhangi bir konuda tartışmaya girebiliyorlar. Aslında dışarda bakan kişi, onların aynı dili konuştuğunu, ufak değişiklikler haricinde hemen hemen aynı şeyden bahsettiğini çok rahat görebilir. Fakat biz öyle miyiz? Eleştirmeyi bilmediğimiz gibi, dinlemeyi de bilmiyoruz. Tartışma adabını bilmiyoruz.
  Eleştirmek esasen güzel bir şeydir. Fikirleri olgunlaştırır, hakikati ortaya çıkarır. Mesela yerlere sigara izmariti atanları eleştirebilirsin. Veya fikir hırsızlığını ve korsan kitapları. Veyahut yazılmış-çizilmiş bir eserde senin dünya görüşüne uymayan şeyler yer alabilir. Bunların hepsi eleştiriye konu olabilecek şeylerdir. Ama mesela, bir erkeğin küpe takması yahut bir kızın bilekleri katlanmış pantolon giymesi artık senin eleştiri oklarını yönelteceğin alanın dışında bir yerdedir. Çünkü bunlar o bireylerin kişisel tercihidir. Kimse kimsenin tercihlerini onaylamak yahut benimsemek zorunda değildir. Ama saygı duymak zorundadır.


  Zannediyorum günümüzde artık insanlar neyin doğru neyin yanlış olduğunu biliyorlar. Çünkü çağımızda bilgiye ulaşamamak diye bir şey pek mümkün değil. Ha, bizim yanlış olduğunu düşündüğümüz bir şeyi yapan ve doğrusunun ne olduğunu bilmeyen bir kişiye, hal dilince bunu anlatabiliyorsak amenna. Ama bu da zaten, bahsettiğim eleştiriye değil, uyarmaya giriyor. Ama bunda da insan haddini bilmeli, muhatabına söyleyeceği cümleleri iyi seçmelidir. Fakat eğer insanlar belli bir hayat tarzını benimsemişlerse, o yolu tutturmuşlar demektir. Bu durum, onların hayatına müdahale edebileceğimizi göstermez bize. Çok popüler bir söz var, “herkesin hayatına kimse karışamaz.” İnsanların da buna riayet ederek yaşaması gerektiği kanaatindeyim.
   Bir kaç basit örnek vererek devam edeyim. Mesela sosyal medyada çay edebiyatı, kedi fotoğrafı edebiyatı, efendime söyleyeyim sonbaharda kurumuş yapraklarda fotoğraf çekinme klişesi gibi şeyler türedi. Artık hepimiz birer edebiyatçı(!) olduğumuzdan, her şeyin edebiyatını yapar hale geldik ve ne hikmetse, bunların bazılarını yapanları da eleştirmeye başladık. Misal, bir kişi sosyal medyadaki paylaşımlarında sürekli çaydan ve onun ne kadar mükemmel olduğundan bahsediyorsa bu kişi çay edebiyatı yapıyor demektir. Veya yine sosyal mecralarda kedisiyle sürekli fotoğraf çekinip paylaşanların sayısı hayli arttığından bu artık en temel klişelerden biri haline gelmiştir ve bazı kimselerin antipatisini kazanmıştır.

  Benim değinmek istediğim noktaysa, bütün bunlardan bize ne olduğudur. Zaten halihazırda hepimiz varoluşumuzu sosyal medyada gerçekleştiren bireyler olduğumuzdan ötürü, birbirimizin kopyası haline geldik. Ve o an için hangi akım modaysa, ne revaçtaysa onu yapmaya yeltendik. Herkes onu yaptıktan sonra o mevzu klişe statüsünü kazandı ve mevcut paylaşımlardan artık gına geldiği için o tarz paylaşımlarda bulunan kişileri o şeyin “edebiyatını” yapar olarak nitelendirdik ve bu yüzden eleştirdik.
  Şimdi bir dakika durup düşünmenizi rica edeceğim. Herkesin birbirinin hemen hemen aynısı işleri icra ettiği günümüzde bizim yapmayı bıraktığımız, daha doğru ifadeyle görmekten bıktığımız şeyleri hala daha yapanları-paylaşanları eleştirmek ne kadar doğru? İsteyen istediği modayı cılkını çıkarana kadar sürdürür. İstemeyen de terk eder. Bu şuna benziyor. Bir ortamda arkadaşların hepsi telefonlarına gömülü haldedir. Önce şarjı biten kafasını kaldırır ve diğerlerine “ya güya görüşmeye geldik, şu yaptığınıza bir bakın” der.

  Aslında herkes üç aşağı beş yukarı aynı tip şeyleri giyiyor. Aynı şeyleri yiyor-içiyor. Bazısı bizim düşünce yapımıza, hayat görüşümüze, davranış biçimimize uygun gelmiyor. Bazısı da tıpkı bizim onayladığımız gibi bir hayat sürüyor. Bunları oturup-kalkıp tartışmanın, hangisinin daha doğru hangisinin daha etik olduğunu belirlemeye çalışmanın bir anlamı yok. Mevzuat belli arkadaşım. Herkes de bunun farkında. Herkes de gayet aklı başında. Yaratıcının bile insanlara seçme hakkı tanıdığı şu evrende, insanların birbirlerinin tercihlerine bu kadar çok burnunu sokabiliyor olması beni düşündürüyor.
   Ayrıca fikirler tartışılır, yaşayış biçimleri değil. Çünkü artık o bir tercihtir ve kişinin kendi vicdani meselesidir. Ve az önce de bahsettiğim gibi “hangi birini eleştirsek, nereden başlasak elimizde kalacak olan” bu çağda, bu kadar çok dengesizlikler, absürtlükler ve normallikten bu denli uzak şeyler varken, kişi başkalarının hayatına bulaşmadan önce aynayı kendine çevirmelidir. Konuşuldukça insanlar kırılıyor, aşağılanıyor, ve daha da önemlisi herhangi bir sonuca varılmadan herkes burnundan soluyarak tartışmayı sonlandırıyor. Mevcut durum böyleyken, herkesin içine dönme vaktinin geldiğini düşünüyorum.


  Başkasını eleştirmek kolaydır. Ama bir yerde de herkesin yaşadığı hayat farklı. O yüzden birisine dil uzatırken Kızılderililerin meşhur deyimiyle önce “onun makosenlerini giymek” gerekiyor. Biz zannediyoruz ki, en doğru en mükemmel biziz. Belki öyleyiz, bilemiyorum. Ama ya değilsek? Bu kadar kalp kırdığımızla kalacağız. Veya doğru olsak bile üslubumuz yanlış olduğundan değişen bir şey olmayacak, yine kalp kırdığımızla kalacağız. Bu sebepten ötürü, milletin osuyla busuyla ilgileneceğimize, kendi yaşantımız ne alemde onu gözden geçirelim bence.
  Kahvesi buz gibi oldu. Kahvem buz gibi oldu. O anlatmaya ben dinlemeye o kadar kaptırmıştım ki kendimi, kahveye uzanmak bile gelmemişti aklıma. Durdum. Aslında haklı olabilirsin, diyebildim. Zaten başkaca da ne söylenebilirdi bu duruma, bilemedim.

Comments

Popular posts from this blog

YLSY Sürecim

Üniversite üçüncü sınıf. Aziz hoca bir dersimizde “Türkiye'de akademisyen olabilmenin yolları”nı anlatıyor. O zaman bunun için 3 yol var: ÖYP, cari alımlar ve MEB bursu. O gün MEB bursunu duyunca çok heyecanlandığımı hatırlıyorum. Anneme anlatıyorum hemen, 6 sene çok fazla diyor; babam, Türkiye'de bir iş sahibi olmamı söylüyor. Benim için hiç kolay bir ikna süreci olmuyor. Kendimi ifade etme çabalarım hala gözümün önünden gitmiyor.  Bir sene sonra ÖYP kaldırılıyor. Yıkılıyorum. Sonra mezun oluyorum. Sonra 2016 yılında ilk kez YLSY tercih kılavuzu yayınlanıyor. İçinde özel hukuk yok. Benim hukuku sevme nedenim olan özel hukuk yok. Başvurmuyorum. Ama gerçekten çok üzülüyorum. Aradan birkaç ay geçiyor. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi'ne yüksek lisansa kabul ediliyorum. Ve YLSY'yi tamamen unutuyorum. Çok güzel bir yüksek lisans dönemi... Hocalarımı çok seviyorum. Okulumu çok seviyorum. Beni gerçekten tatmin ediyor. Sonra staj başlatıyorum. Yüksek lisans ve stajı aynı...

Ph(inishe)D

  Today marks an important milestone in my life. I just submitted my PhD thesis, and it felt extremely awkward. After I pulled myself together, I visited this bench above, my sad place in Southampton. I have come here so many times. When I get upset, frustrated, or disappointed, I come here to cry, to think, to talk to myself out loud. And today, the reason I came here after my thesis submission was to let go of the things that made me miserable for the last four years. Over the past years, I got upset over so many different things. I got upset over my PhD thesis, over and over again. I got upset over presentations, progression review deadlines, writing, not writing, not being able to read, not being able to understand what I read due to language barriers... I got upset over the wrong people, and then over people who were even more wrong. Countless things. This bench has witnessed my sorrow and stayed still for me while I burst into tears each and every time. And now, since I...

Yeni Mezun Bir Hukukçuyu Neler Bekliyor- Part 1

Merhaba, İlk olarak çok uzun zamandır yazı yazmadığımı belirtmeliyim. En son yazıyı kasımda yazmışım. Kasımdan bu yana geçen 8 ay boyunca çeşitli yoğunluklarım olduğundan ve bir süre sonra da araya zaman girdiği için bloga yazmak zorlaştığından ötürü yazı yazamadım. Fakat bir arkadaşımın yeni mezun bir hukukuçuya neler tavsiye edebileceğimi anlatan bir yazı kaleme almamı ricası üzerine kendimi bilgisayarın başında buldum. Umarım bu yazıyla blogun tozunu kaldırmış olurum. Öncelikle internetteki herhangi bir yerden copy-paste yapmayacağımı söylemeliyim. Bu yazdıklarım tamamen benim büyüklerimden öğrendiğim ve yaşayarak tecrübe ettiğim şeyler. Ben halihazırda avukatlık stajımın sonuna geldim ve yüksek lisansta da tez aşamasına gelmiş bulunuyorum. Kendimden yola çıkarak da anlatacağım bazı şeyleri. Keyifli okumalar. TATİL Bu yeni mezun olmuş herkese verebileceğim ilk ve en büyük tavsiyedir. Ben mezun olur olmaz, geçiçi diplomalarımız çıkınca koşa koşa baroda staj başvur...