Skip to main content

Kağıt Para


*okuyucuya not: iki aya yakın bir süredir yazı yazmıyordum. bu yazım, deneme türünde değil hikaye türündedir.

  Garsona doğru eliyle “bir kahve daha getirir misiniz” diye işaret yaptı. Gittiği her yere en az yarım saat erken gittiği için böyle hep beklemek zorunda kalıyordu. Fazla dakik oluşu yüzünden arkadaşları gelmeden en az iki fincan kahve içmiş oluyordu her defasında. Garson kahve fincanını masaya bırakırken yanında yiyecek bir şey isteyip istemediğini sordu. Kafasını iki yana salladı ve garson masadan ayrılırken o derinlere daldı.

  Son yıllarda yaşadıklarını düşündü. Eskiden hayat dolu ve çok mutlu bir insanken şu son birkaç yıl niçin yaşadığını düşünüp durur olmuştu. Hayatı artık ona o kadar manasız geliyordu ki! İnsanlar çok bencildi. Onlardan bıkmıştı. Yaşanılan her şey anlamını kaybetmiş gibiydi. Eskiden zevk alarak yaptığı pek çok şey şimdi sadece tamamlanması zorunlu birer ritüele dönüşmüştü. Arkadaşlarını eskisi gibi arayıp sormaz olmuştu. O aramayınca arkadaşları da onu aramamaya başlamışlardı. Hal böyle olunca içine düştüğü depresif hale daha sıkı sarılıyor ve oradan çıkması iyice güç hale geliyordu. Onu anladığını düşündüğü ve hala irtibatta olduğu tek arkadaşı, şu anda bu gürültülü kafede önünde bir kahve fincanıyla beklediği kişiydi.

  Lise yıllarından bu yana hep görüşmüşlerdi. Çok yakın bir dostlukları olmasa da başı ne zaman sıkışsa, kapısını çalıp akıl danışabileceği biri olmuştu onun için. O da sağ olsun yine kırmamıştı kendisini. Çok yoğun bir iş temposunda olmasına rağmen öğle arasından fedakârlık edip görüşmeyi kabul etmişti. Hoş, o gelince de ne anlatacağını bilmiyordu. Sanki her görüştüklerinde kendisini tekrarlıyormuş gibi hissediyordu. Belki de bir psikoloğa gitmeliydi. Sorununun ne olduğunu bilmediği gibi onu ifade ederken de böylesine güçlük yaşamasına psikologdan başkası yardımcı olamazdı.

 “Beklettim galiba, özür dilerim. Trafik çok sıkışıktı.”  Öylesine dalmıştı ki arkadaşının geldiğini fark etmemişti bile. Sesini duyunca irkildi. “Yok, ben de yeni geldim sayılır” dedi ve gülümseyerek yalanının üstünü örttü. Garson tekrar belirdi masada. Arkadaşı da bir çay istedi. Hal-hatır sorma faslından sonra direkt lafa girdi arkadaşı. “Yine çok yoğundu bugün. Öğleden sonraya da daha bir sürü iş var. Sen aramasaydın ofisten dışarı adımımı atmazdım. ”   

 Kendisini teşekkür etmek zorunda hissetti. Minnet altında bırakılmaktan hayatı boyunca nefret etmişti. Arkadaşı uluslararası alanda çok ünlü bir şirkette çalışan bir avukattı. Çok önemli bir konumdaydı. Ve her zaman çok meşguldü. Şirkette pek çok avukat olmasına rağmen, bilgisi ve tecrübesi hasebiyle her zaman ona danışmaya ihtiyaç duyuyorlardı. Bu yüzden, değil bir günü; yarım saati bile çok kıymetliydi. Kendisini arkadaşının zamanını çalan bir hırsız gibi hissetti. Beraber vakit geçirebilecekleri yarım saatleri vardı ve o daha ne söyleyeceğini bile kafasında toparlayamamıştı.

  Biraz politikadan laf açmayı denedi. Beceremedi. Zaten genellikle herkesin üstüne saatlerce konuşabildiği konularda, o ağzını açıp tek kelime edemezdi. İşte yine aynısını yapıyordu. Kendisine, kendisini işe yaramaz hissettiriyordu. Her defasında nasıl oluyor da kendisini bu psikolojiye sokuyor, hayret ediyordu. 

 Garson çayı getirdi. Arkadaşı çayına iki şeker atıp gürültülü bir şekilde konuşmaya başladı. Yoksa kendisinden mi sıkılmıştı, onun için mi kasıtlı olarak ses çıkarıyordu? Belki de sadece öylesine yapıyordu. Yani çıkan sesin farkında bile değildi.

  “Ee senin hayatın nasıl gidiyor?” diye sordu arkadaşı. Biraz rahatlamıştı. Kendisi direkt bir şeyler anlatmaktansa sorulan sorulara karşılık vermeyi her zaman yeğlerdi. Tam ağzını açacak oldu. “Affedersin”  dedi ve telefonunu açtı arkadaşı. Karşıdaki kişi hararetle bir şeyler anlatıyordu.

  Arkadaşı da heyecanlandığına göre demek ki anlattığı şeyler önemliydi. “Tamam, hemen geliyorum” dedi telefonu kapatırken. “Almanlarla bir iş üzerindeydik. Aslında bugün öğleden sonra saat ikide gelmelerini bekliyorduk ama şimdi gelmişler ve davanın ayrıntılarını konuşmak için beni bekliyorlarmış. Sen bana ne anlatacaktın?”

 “Hiç!” O hiçin içine bir dünya sığabilirdi. Ama yarım saatte toparlayamadığı konuyu bir dakikaya da sığdıramazdı ya! “Sen git, bekletme adamları. Sonra konuşuruz” dedi. “Tamam, kusura bakma olur mu? Seni ararım sonra.”

 Çıkmak için dilini zorlayan tonlarca kelimeye bir set çekerek “hoşça kal” dedi sadece. İşte yine yalnızdı. Ama alışmıştı yalnızlığa. Çok da önemli değildi. “İyi ki konuşmaya hiç başlamamışım” diye geçirdi içinden. Gülümsedi. “Zaten yarım kalacakmış.” Bir kahve daha alsam mı diye düşündü son yudumu alırken. Kahvesi soğumuştu, midesi bulandı. Bir günde o kadar çok kahve içiyordu ki, bazen damarlarında kan yerine kafein dolaştığını hissediyordu. “Ölümüm kahveden olacak” dedi içinden. “Tabi, kafamın içindekiler kahveden önce davranıp beni öldürmezlerse” 

 Hesabı ödeyip kafeden ayrıldı. İçerideki gürültülü ortamdan kurtulduğuna sevinmişti. Tabi, kafasının içi, kafeden daha gürültülüydü; onu unutmuştu. Bir taksi çevirmek için elini kaldırdı, sonra vazgeçti. Yürürse belki kafası dağılırdı. Hem eve ne kadar geç varırsa o kadar iyiydi. Artık ev de boğuyordu onu. Yerdeki taşları tekmeleyerek yürümeye koyuldu.

 “Abi bir ekmek parası versene!” Arkasına döndü, küçük bir çocuk. Etrafta bunlardan ne de çok vardı. Hiç de sevmezdi böyle dilenen insanları. Yürümeye devam etti. “Abi n’olur çok açım.” Elini cebine attı. Taksiyi vereceği parayı hiç düşünmeden çocuğa uzattı. Eline bir anda bu kadar çok para geçen çocuk sevinçten ne yapacağını şaşırdı. Adamın peşine takıldı. Arkasından gelen bu yarım metrelik gölgeyi fark ettiğinde epey yol almıştı. Eve gitmekten vazgeçti. Deniz kenarına yöneldi. Tenha bir köşeye geçti. Belki de atlayıp bütün acılarına son vermeliydi. Deniz bugün biraz hırçındı. Kendi de yüzme bilmiyordu zaten.  Birileri beni bulana kadar çoktan ölmüş olurum, diye geçirdi aklından.

 “Abi n’apacaksın burada? ” Bir an arkasındaki çocuğu unutmuştu. Nereden de çıkmıştı bu velet? “Başıma bela olmasa bari” diye düşündü.

“Yoksa atlayacak mısın?” En iyisi hiç cevap vermemekti. Nasılsa sıkılıp giderdi. Çocuk değil miydi? Son kez zihnini toplayıp hayatını gözden geçirmeye karar verdi. Sonra huzur içinde ölebilirdi. Bir daha da düşünmek zorunda kalmazdı. Ama bunu son kez de olsa yapmalıydı, kendisine borçluydu. Zihnindekilerle vedalaşmak olarak nitelendirdi bunu. Gözlerini kapadı. Onu kimlerin özleyebileceğini düşünmeye çalıştı.

 “Burada kendini öldürüp beni hayatımın geri kalanında berbat bir psikolojiyle mi bırakacaksın? Senin intihar etmeni izledikten sonra ne halde olacağım hiç düşündün mü? ”

 Al işte, yine bencil bir insan. Benim ölümümden çok kendi psikolojisini düşünüyor. Bencil insanlar her yerdeler… Son cümleyi sesli söylemiş olmalıydı ki çocuk “ben bencil değilim!” diye bağırdı. Gülümsedi. “Evet bencilsin. Bu dünyadaki herkes gibi sen de bencilsin. Burada ölmek üzereyim ama sen kalkmış hala kendini düşünüyorsun”

“Sen ölünce artık düşünemeyeceğin için sana bir şey olmayacak. Ama ben sekiz yaşımda bir intihar göreceğim. Bunun yüzünden belki de hayatımda hiçbir zaman normale dönemeyeceğim. Bu durumda nasıl kendimi bırakıp da seni düşüneyim?”

 Hem bencil hem de çokbilmiş, diye düşündü. “Sana para da verdim. Artık beni rahat bıraksana!”

“Olmaz, gidemem. İki yıldır dilencilik yapıyorum. İki yıldır herkes sadece ya bozuk para veriyor ya da hiçbir şey vermeyip alay ediyor. Eğer bir gün biri kâğıt para verirse onunla gideceğim, diye söz vermiştim kendime. O yüzden gidemem. Seninle gelmem lazım. Ama sen de kendini öldürmek üzeresin. Şimdi ben n’apacağım? ”

“Bu kadar derdimin ortasında bir de seninle mi uğraşacağım. Git başımdan çocuk! ”

“Benim sadece bozuk param var. Ama yine de bir derdim yok. Senin kağıt paran bile var! Hatta bir sürü olmalı ki bana bile verdin. Senin nasıl bu kadar çok derdin olabiliyor?”

 Hayattaki sorunların kağıt parayla ters orantılı olduğunu düşünen bu çocuğa acıyarak baktı. Kızsan kızamazdın çünkü daha çok küçüktü. Bir şeyden anladığı da yoktu. Kovsan da gitmiyordu. Yapışmıştı mübarek. Ama çocukla konuşmak iyi gelmişti. Denize döndü tekrar. Rüzgar geçmiş, deniz durulmuştu. Zaten artık atlamak da istemiyordu. Hem kağıt parası da vardı. Niye ölsündü ki? Sesine sinirli bir hava vermeye çalıştı ama beceremedi. “Düş önüme” dedi çocuğa. Çocuk gülümsedi, adamın arkasından gelmeye başladı. Bencil ve kendini beğenmişti ama aptaldı da. Daha düş önüme lafının ne anlama geldiğini bile bilmiyordu. Yine de gülümsüyordu. İçinde yıllardır hissetmediği bir his belirdi. Kalbini ısıtan, içinde yeniden yaşama sevinci uyandıran bir şey. “Sevgi mi ki bu?” diye mırıldandı. Arkasına döndü. Biraz önce bencil diye suçladığı yarım metrelik gölge hoplaya zıplaya peşinden geliyordu. Çocuğun ayağındaki, ayakkabıyla uzaktan yakından alakası olmayan şeylere baktı. Buna rağmen nasıl da mutluydu! Kendi ayağındaki, daha yakın bir zamanda küçük bir servet ödediği spor ayakkabılarına baktı. Çocuğun sahip olduğu mutluluğun çeyreğine bile sahip olamadığına şaşırdı. Bu kadar çok şeye sahip olduğu halde, bu kadar mutsuz olduğu için asıl bencil aslında kendisiydi.

 Sevgisini çok da belli etmemeye çalışarak küçük çocuğun elini tuttu. Çocuğun, heyecanla karışık mutlulukla atan kalbinin sesini iliklerinde hissetti. Ömrümde şu çocuk kadar mutlu olamadım, diye iç geçirdi. Belki de artık nedensiz yere üzülmeyi bir kenara bırakıp mutlu olmanın zamanı gelmişti. Hem cebinde “kağıt parası” da vardı. Daha ne olsundu!

Comments

  1. Tebessümü bol bir yazı :-)

    ReplyDelete
  2. Hikayenin oncesini ve sonrasini merak eden tek ben olamam herhalde devamini bekleriz

    ReplyDelete

Post a Comment

Popular posts from this blog

YLSY Sürecim

Üniversite üçüncü sınıf. Aziz hoca bir dersimizde “Türkiye'de akademisyen olabilmenin yolları”nı anlatıyor. O zaman bunun için 3 yol var: ÖYP, cari alımlar ve MEB bursu. O gün MEB bursunu duyunca çok heyecanlandığımı hatırlıyorum. Anneme anlatıyorum hemen, 6 sene çok fazla diyor; babam, Türkiye'de bir iş sahibi olmamı söylüyor. Benim için hiç kolay bir ikna süreci olmuyor. Kendimi ifade etme çabalarım hala gözümün önünden gitmiyor.  Bir sene sonra ÖYP kaldırılıyor. Yıkılıyorum. Sonra mezun oluyorum. Sonra 2016 yılında ilk kez YLSY tercih kılavuzu yayınlanıyor. İçinde özel hukuk yok. Benim hukuku sevme nedenim olan özel hukuk yok. Başvurmuyorum. Ama gerçekten çok üzülüyorum. Aradan birkaç ay geçiyor. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi'ne yüksek lisansa kabul ediliyorum. Ve YLSY'yi tamamen unutuyorum. Çok güzel bir yüksek lisans dönemi... Hocalarımı çok seviyorum. Okulumu çok seviyorum. Beni gerçekten tatmin ediyor. Sonra staj başlatıyorum. Yüksek lisans ve stajı aynı...

Ph(inishe)D

  Today marks an important milestone in my life. I just submitted my PhD thesis, and it felt extremely awkward. After I pulled myself together, I visited this bench above, my sad place in Southampton. I have come here so many times. When I get upset, frustrated, or disappointed, I come here to cry, to think, to talk to myself out loud. And today, the reason I came here after my thesis submission was to let go of the things that made me miserable for the last four years. Over the past years, I got upset over so many different things. I got upset over my PhD thesis, over and over again. I got upset over presentations, progression review deadlines, writing, not writing, not being able to read, not being able to understand what I read due to language barriers... I got upset over the wrong people, and then over people who were even more wrong. Countless things. This bench has witnessed my sorrow and stayed still for me while I burst into tears each and every time. And now, since I...

Yeni Mezun Bir Hukukçuyu Neler Bekliyor- Part 1

Merhaba, İlk olarak çok uzun zamandır yazı yazmadığımı belirtmeliyim. En son yazıyı kasımda yazmışım. Kasımdan bu yana geçen 8 ay boyunca çeşitli yoğunluklarım olduğundan ve bir süre sonra da araya zaman girdiği için bloga yazmak zorlaştığından ötürü yazı yazamadım. Fakat bir arkadaşımın yeni mezun bir hukukuçuya neler tavsiye edebileceğimi anlatan bir yazı kaleme almamı ricası üzerine kendimi bilgisayarın başında buldum. Umarım bu yazıyla blogun tozunu kaldırmış olurum. Öncelikle internetteki herhangi bir yerden copy-paste yapmayacağımı söylemeliyim. Bu yazdıklarım tamamen benim büyüklerimden öğrendiğim ve yaşayarak tecrübe ettiğim şeyler. Ben halihazırda avukatlık stajımın sonuna geldim ve yüksek lisansta da tez aşamasına gelmiş bulunuyorum. Kendimden yola çıkarak da anlatacağım bazı şeyleri. Keyifli okumalar. TATİL Bu yeni mezun olmuş herkese verebileceğim ilk ve en büyük tavsiyedir. Ben mezun olur olmaz, geçiçi diplomalarımız çıkınca koşa koşa baroda staj başvur...