Yapacak bir şey bulamamanın verdiği sıkıntı tüm bedenini sarmış, ruhunu sıkmaktaydı. İnsanoğlu neden hiçbir şeyle tatmin olmazdı ki?
Halbuki ne kadar da güzel bir gün geçirmişti. Hem gözle görülür bir sıkıntısı da yoktu. Hatta yapması gereken sıkıcı işler bile yoktu şu anda hayatında. Kelimenin tam anlamıyla 'canı ne isterse' onu yapıyordu. Tüm gün hiçbir şey yapmadan otursa bile olurdu. Ama şu içindeki boşluk duygusu yok mu... Neyle dolduracağını bilemediği o boşluk duygusu yüzünden yaptığı hiçbir şeyden tat alamıyor, hayatı boşuna yaşıyormuş hissi yakasını bir türlü bırakmıyordu.
Bu boşluğu kitaplarla doldurmayı denedi bir süre. Başarılı da oldu en başta. Kitaplar onun ruhunu doyuruyordu. Bedenin gıdası nasıl ekmek ve su ise ruhun gıdası da kitap olmalı diye düşündü. Ama bir süre sonra kitapların da onun dünyasını tam olarak aydınlatmadığını düşündü.
Kitaplarla başka insanların ruh dünyalarına yolculuk yapılırdı. Yazan kişinin halet-i ruhiyesi hakkında fikir sahibi olunurdu. Fakat kendi içinde böylesine boşluklar varken başka birinin dünyasına girmek neye yarardı? İçindeki boşluğun hiçbir şeyle dolmadığını düşününce ruhu bir kere daha sıkıldı. Kendisini bir oda dolusu oyuncak içinde ağlayan küçük bir çocuğa benzetti. Sahip olduğu onlarca oyuncağa rağmen eğlenmek için başka kapılar arayan çocuğa...
Sahiden böyle mi yapıyordu? Etrafında pek çok imkan olmasına ve hiçbir sıkıntısı olmamasına rağmen mutluluğu başka yerlerde mi arıyordu? Bu tatmin olmama hissi, doyurulması en güç duygulardan biri olsa diye düşündü. Hatta belki de bir hastalıktı. Birden kendini çok bitkin ve tükenmiş hissetti. Neden böyle oldum ben diye kendini sorguladı bir süre. Belki de amacını kaybetmişti. Evet evet, doğru cevap bu olmalıydı. Robin Sharma'nın bir sözünü hatırladı: ''Yaşamın amacı, amacı olan bir yaşam.'' Belki de artık yaşamlarımızın amaçlarını yitirdiğimiz için sanki hayatı yaşıyor gibi değil de zaman dolduruyor gibi geliyordu bize. Öğlene doğru zoraki uyanmalar, akşama kadar bir türlü kendine gelememeler, televizyonun başında yitip giden onlarca zaman, hep amaçsız kalmanın bir sonucu olmalıydı.
Çevresindeki mutlu insanları gözünün önüne getirdi bir bir. Arkadaşlarından biri sabah erken kalkmanın onu daha enerji dolu yaptığından bahsetmişti. Sanırım sabahları erken kalkıp güne mutlu ve enerjik başlayan insanların ortak özelliği belli bir amaca sahip olmalarıydı. Onlar neyi, ne için ve ne zaman yapacaklarını bildikleri için sıkıntıdan, ya da daha doğru bir ifadeyle 'yapacak bir şey bulamamaktan' dolayı canları sıkılmıyordu. Zihinlerini de tatminsizlik ve boşluk hissi işgal etmiyordu. Aslında cevap en başından beri kendisinde saklıydı.
Düşüncelerden sıyrılıp içeriden sesler geldiğini duyduğunda televizyonu açık unuttuğunu hatırlayarak oturma odasına yöneldi. Alice harikalar diyarında oynuyordu. Küçükken ne de severdi. Tavşan ve Alice'nin konuşmasına dikkat kesildi.
''Hangi yoldan gideyim?''
''Nereye gideceğini bilmiyorsan, hangi yoldan gittiğinin önemi yok.''
Comments
Post a Comment