Kime dokunsam bin ah işitiyorum dedi yazar, kendi kendine. Meğer insanların ne çok dertleri varmış, ilk bakışta görünmeyen ama biraz üsteleyince meydana çıkan.
Dert kavramı insanlık tarihi kadar eski olsa gerek diye düşündü. Ne kadar çok dostum varsa, hepsine bir dert. Hayat mı bu kadar çok dert veriyor omuzlarımıza, yoksa biz mi olur olmaz şeyleri dert diye yüklüyoruz sırtımıza, bilemedim dedi. Ama bildiğim tek şey, her ne kadar insan varsa şu dünyada, ama büyük ama küçük, hepsinin bir derdi var. Kimi o dert ile yaşamayı öğrenmiş ve derdi hayatının merkezi yapmamış; kimiyse tam ortasına oturtmuş derdini hayatının da, uğraşır durur onunla.
Peki bu dertler ne sebeple var, diye düşündü biraz. İmtihan sırrı geldi aklına. Dertlerin insanı olgunlaştırdığı ve hayata daha güçlü tutunmasını sağladığı düşüncesi geldi. Evet, dedi. Dertler birer külfet değil, nimet aslında. Bakmasını bilen için dertler, güçleştirici yönünden çok, olgunlaştırıcı yönünü açar insana. İnsan da iyi değerlendirmesini bilirse bu 'dert fırsatını', hayatına daha da güçlenerek devam edebilir. Kullanmasını bilene.
Peki ilk dertte dayanamayıp yıkılanlar ne olacak sorusu düştü zihnine. Onlar, hayatın daha zor problemlerine dayanamayacakları için, hayat, ilk engelde pes edenleri bir bir çıkarıyor kendi bünyesinden. Ve geride kalanlarla devam ediyor akışına.
Madem dert var, ve madem onunla başa çıkmaktan başka çare yok; o halde belki de onu sevmemiz, daha rahat başa çıkmamızı sağlayabilir düşüncesiyle doldu bir an.
İnsan derdini sevebilir miydi? Evet, sevebilirdi. Hatta hayatta belli bir yere ulaşabilmek, 'derdimi seviyorum' diyebilme olgunluğundan geçmekteydi. Eğer derdini severse, o külfet olan dert, nimet boyutuna ulaşır ve hatta şükür duyulan bir nimet haline gelebilirdi. Evet belki de tek sır, insanın derdini sevmesinde saklıdır, dedi.
Kahve makinesinden gelen, kahvesinin hazır olduğunu bildiren sesle mutfağa doğru yönelirken, bu düşündüklerimi bu haftaki köşe yazımda yazmalıyım. Çok istifadeli olacağa benziyor, diye geçirdi zihninden.
Tam o sırada telefon çaldı. Telefonun öbür ucundan 'merhaba' sesini duymasıyla birlikte, hal hatır sorma faslına geçti. 'Nasılsın?' sorusuna aldığı cevap, dudaklarında bir gülümsemeye sebep oldu ve sanırım ne söyleyeceğini çok iyi biliyordu. '' Sorma ya, çok dertliyim şu günlerde...''
"Hayat mı bu kadar çok dert veriyor omuzlarımıza, yoksa biz mi olur olmaz şeyleri dert diye yüklüyoruz sırtımıza" yine özlü bir söz.. :)
ReplyDeleteÇok güzel dedin Fatıma'cım. Bardağın dolu tarafından bakmak böyle bir şey olsa gerek :)