“Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde” diyen Kemalettin
Kamu’ya karşı, “Arkadaşlar yıl olmuş 2025, gurbet mi kalmış Allah aşkına” diyen
bana… Evden ayrılışımın 20. gününde, Mabel’in 2018’de çıkan A Canım
şarkısını şimdiye kadar nasıl olup da hiç duymadığıma şaşkın olup, bu
şaşkınlıkla son ses dinleyerek depresyona girmemek için odamı saat gece
yarısına üç kala temizlemeye başlamışken; laptopumu bugün ofiste bırakmayıp*
eve getirdiğimi hatırlamam üzerine bu satırları yazıyor olmamın şoku.
Depresyona girmiyoruz, ağlamıyoruz da (çünkü buraları annem de okuyor!). Ama buraya ilk adım attığımdan beri çökmesini beklediğim o yabancılık hissi galiba yavaştan çöktü. Hâlâ bu şehirde tanıdığım insan sayısı iki elimin parmaklarını geçmedi. Fakat işler yolunda da gidiyordu halbuki. Ama durup durup “Yahu benim zorum mu vardı da evden bu kadar uzaklaştım” hissi geçmiyor bir türlü. Halbuki hayalimi yaşıyorum. Buraya gelebilmek için başkalarıyla ve kendimle verdiğim savaşlar… hepsi olumlu sonuçlandı ki buradayım. Ama insanoğlu işte, bir hayaline ulaştığı anda o hayal artık chase ettiği bir şey olmaktan çıktığı için yine eski haline döner.
Halbuki gerçekten her şey güzel
gidiyor. Ama sokakta yürürken etrafıma baktığımda yaşadığım yabancılık hissinin
tarifi yok. Nasıl bir şey biliyor musunuz? Geçen haftalarda çalıştığım yere
İngiltere’den iki tane tanıdığım hoca araştırma yapmaya geldi ve onlarla
olduğum süre boyunca kendimi evimde gibi hissettim. Aynı şekilde numunelik Türk
arkadaşımla takılırken de öyle...
Ama ben İngiltere’de “gurbet” olgusunu acayip aşmıştım. Ben
feleğin çemberinden geçmekle kalmayıp feleğin ta kendisi olmuştum. Benim evim
sırt çantamdı. Benim evim kendi kalbimdi…
Ama o işler öyle olmuyormuş. Ben Fatıma, 31 yaşında yine
yeni yeniden, sıfırdan başlamayı tecrübe ediyorum. Artık sıfır noktamı
kaybettim, hükümsüzdür.
*Çünkü artık work-life balance yapmaya çalıştığımız
için: no screen in the evenings.

Comments
Post a Comment