(spoiler içerir.)
Sekizinci bölümden birinci bölüme atlayıp yine de hiçbir şeyin saçma ya da ilginç gelmediği tek yapım. Beni, yanında hiç yemeyeceğim abur cuburları yemeye alıştıran, ödev teslim ve sınav haftalarımı şenlendiren, uykusuz gecelerimin de mutlu uyandığım sabahlarımın da müsebbibi yegane dizi: how i met your mother.
Diziyi şu kadar kere izledim, kaçıncı kere başa döndüm, demeyeceğim. Çünkü biliyorum, "Friends" ve "How i met your mother" gibi diziler, insanı kendisine bağladığından mütevellit, bir başlandı mı defalarca kere izletmeden bırakmıyor. Himym bende de tam olarak öyle bir etki bıraktı. Friends ile ilgili bir şeyler yazsam mı diye hala düşünüyorum ama, Himym'dan sonra izlediğimden midir bilmiyorum; herkesin, hatta ikisini de izlemiş olanların bile Friends'i ısrarla önermelerine rağmen benim bir türlü ısınamadığım, karakterlerine alışamadığım ve kendimi olayın içinde hissedemediğim, velhasıl ilk sezondan öteye de gidemediğim bir dizi oldu kendisi.
Esas konuya dönecek olursak, az önce ikinci kere, umutsuzca Ted'in Robin'e açılmasını ve ondan "hayır" yanıtını almasını izledim. İlerleyen sezonlarda defalarca kere Robin'le git-gel yaşayacağı için belki oradaki "hayır" canımı çok yakmadı ama yakan "hayır" sahneleri de yok değil.
Bu dizide favori karakterimi düşündüğümde kendimi her zaman Ted, Barney ve Marshall arasında gidip geliyor olarak buluyorum. Ama sanırım Ted dizide insanlık olarak en çok sevdiğim ve en çok acıdığım karakter. Acımak doğru kelime olmadı belki, ama daha doğru karşılayan bir kelime de yok.
Ted kadar çok seven, çok üzülen ve Robin'e böylesine obsesif -mesele Robin de değil aslında, Ted genel olarak "the one"ı bulmaya obsesif- başka bir karakter yok. Birinci sezondan, dokuzuncu sezona kadar yüzlerce bölüm boyunca, araya birçok kişi girmesine rağmen ve daha da üzücüsü; dokuz sezon beklediği eşinden ve iki çocuğundan sonra hala Robin için bir şeyler hissedecek kadar duygusal ve romantik... Bunu safi sevgiden başka bir şeyle açıklamak çok mümkün değil. Çünkü Ted, Robin'i sevgiliyken de çok seviyor, arkadaşken de çok seviyor, Barney'le düğünlerini planlarken de çok seviyor ve gerçekten bir an bile onun yanından ayrılmıyor, desteğini ondan bir an olsun çekmiyor.
Marshall ve Lily'i ele alacak olursak; ikisi dizinin ilk sezonundan son sezonuna kadar hep örnek ve mükemmel çift olarak gösteriliyor. Üniversitenin ilk günü tanışıp bir daha hiç ayrılmayan, kendi içinde sevimli bir aurası ve aptalca kuralları olan ve nihayetinde üç çocukla sonuçlanan mükemmel ilişkilerinde bile Lily Marshall'ı terkediyor, yalan söylüyor, yalnız bıraktığı oluyor. Aynı şey Marshall tarafında da geçerli tabii ki. Gerçi ben her zaman Marshall- Lily ilişkisinde Marshall'ın tarafını tutan biri oldum. Hep o daha fazla fedakarlık yapmış gibi geldi. Marshall, gerçekten saf, benim gözümde. Bir Ted ya da Barney değil mesela. Gözünü Lily ile açmış. Bunu Lily Marshall'ı birinci sezonun sonunda terk edip sanat eğitimi için San Fransisco'ya gittiğinde Marshall'ın yeniden bir kadınla çıkamamasında çok net görüyoruz.
Barney, öteki yandan, dizinin çoğu sezonunda izlemeyi en çok sevdiğim ve güldüğüm ve pek çoklarının da favorisi olduğuna inandığım bir karakter. Hayat tarzı, yaşadıkları, bütün çıktığı kadınlara yalan söylemesi pek çok açıdan normal karşılanması oldukça güç olsa da, derinlerde bir yerde onun bütün bunları neden yaptığı üzerine düşünmeye başlayınca, kendinizi ona kızarken değil sempati beslerken buluyorsunuz. Dizide de bazı bölümlerde Barney'in aslında hiç de "cool" ya da "awesome" olmadığı, bastırdığı duygular yüzeye çıkıp onlarla tekrar yüzleşmemek için böyle saçma sapan davrandığı ve gruptaki diğer arkadaşlarının da aslında bir yerde onu idare ettiğini görünce anlıyorsunuz.
Barney aslında herkesin "cool olmasına izin verdiği" bir karakter. Özgürlük çanını yaladıkları bölümde Barney sürekli Ted'e kafasındaki kendine göre eğlenceli ama aslında tamamen mantık dışı şeyleri yapmaya zorlayınca Ted patlıyor: "Neden sürekli bana zorla bir şeyler yaptırmaya çalışıyorsun, neden sadece gidip kendin yapmıyorsun; niye işin içinde ben de olmak zorundayım?" gibi cümleler sarf ediyor. Barney orada çok dokunaklı bir şey söylüyor: "Eğer kimse gelmezse, ben tek başıma saçma şeyler yapan bir kaçık olurum, işin içinde sen olunca bu, durumu eğlenceli ve cool gösteriyor." Bu sahnede Barney'e acıdığımı hissediyorum.
Robin dizide çok az sevdiğim ancak zaman zaman kendime benzetmekten de geri durmadığım bir karakter. Dizinin birinci sezonundan itibaren onu bu hayatta ne istediğini bilmeyen, bağlanmaktan ve ciddi bir şeyler yaşamaktan korkan biri olarak tanıyoruz. Bunlar normal olarak karşılanabilir. Ancak sürekli Ted'le git geller yaşaması, ve daha kötüsü Ted'leyken Barney'i, Barney'leyken de Ted'i düşündüğü zamanları olması, ona ısınmamı zorlaştırıyor. En başından beri Ted'in kendisi için "doğru adam" olduğunu düşündüğü için aslında ona kapıyı hiçbir zaman kapatmıyor. Yoksa Ted'e aşık olduğunu düşünmüyorum. Aralarında bir çekim olduğu aşikar, fakat o çekim, Ted o kadar ilgiyi ve jesti başka hangi kıza gösterirse göstersin olurdu zaten. Robin, sadece Barney'i sevdi. Onun kendisi için doğru, her zaman yanında olacağı ve güvenebileceği biri olmadığını da biliyordu üstelik. Bunda da Barney'in bir suçu olduğunu düşünmüyorum. Barney bence dokuz sezon ele alındığında bütün enerjisini Robin için harcıyor. Sadece, bazı şeyler ne yaparsan yap yürümez, bu.
Dizinin final bölümünde Ted takım elbise içinde, yaşı kırklarda ve saçında beyazlarla, mavi fransız kornosuyla Robin'in penceresi altına geliyor. Tam bir klasik Ted Mosby hareketi. Robin ise pencereden bakıp gülümsüyor. Buraya kadar her şey çok romantik ve pürüzsüz. Ama belki birkaç bölüm daha çekilseydi Robin'in yine bir bağlanma sorunu yaşadığını, aynı hislerle karşılık veremediğini ya da herhangi bir sebepten ötürü Ted'den ayrıldığını görebilirdik.
Dizinin finali pek çok kişi tarafından şaşkınlıkla karşılandı ve eleştiriye uğradı. Ben finali izlediğimde şok olmadım. Çünkü hem ben izlediğim sıralarda gerçek finalin yayınlanmasının üzerinden seneler geçmişti ve bir şekilde finali duymuştum. İkincisi, zaten dizi bütün sezonları boyunca Ted'in Robin'e gelip bir süre sonra işlerin yürümeyip ayrılmalarını anlatıyor. Yani finalde Ted'in çocuklarının dediği gibi, bu hikaye anneleriyle tanışma hikayesi değil, Ted'in Robin'le tanışma hikayesiydi.
Yazıda Lily için bir part yazmadığımın farkındayım ve fakat bu farkındalığımı sürdürerek yazmamaya devam edeceğim. Lily'yi sadece, genel itibariyle sevdiğim, özellikle Ted ve Barney'e destek olduğu zamanlarda çokça takdir ettiğim, ama bazı bencilliklerinden ötürü hiçbir zaman favori karakterim olamayacak biri olarak tanımlayabilirim.
Kendimi neden gecenin bir vaktinde, yaklaşık on senedir düzensiz aralıklarla izlediğim diziyle ilgili bir yazı yazarken bulduğuma gelince, sanırım bu dizi de benim hayatımda aşamadığım bir şey. Hayatımda her zaman arka planda bir yerde, how i met your mother oynasın istiyorum. Sabahladığım ödev teslim gecelerinde ve eve mutlu geldiğim günün akşamlarında, elimde çayım-kahvem ve atıştırmalıklarımla her zaman, bir bölüm de olsa izleyeyim; üzgünsem mutsuzluğumu, mutluysam da keyfimi diziyi izleyerek yaşayayım istiyorum.
Sanırım Ted'in hayatının aşkı, mimar olma tutkusu ve hayattaki hemen hemen her şey konusunda ısrarcı olması, Marshall'ın her ne olursa olsun dürüst bir adam olmaktan vazgeçmeyişi, Barney'in her kelimesini neredeyse ezbere bilsem de gülmekten vazgeçmediğim esprileri, Lily'nin dizideki en toparlayıcı ve merhametli karakter oluşu ve son olarak Robin'in hayatının kendini aradığı her döneminde, benim kendimi buluşum, izlemeye değer kılıyor.
Diziyi aşmak isteyip istemediğimden emin değilim. Ama ne zaman izlersem izleyeyim, sorunlarımın üzerine sünger çekeceğinden ve bana yeniden başlama enerjisi vereceğinden eminim. Nice dokuz sezonlara!
...cgm blogger statsten beni goruyor musun? kkk
ReplyDeletegörmez miyim ...ciğim, görüyorum tabii ki :) ingiltere, türkiye ve amerika dışında güneş gibi parlıyo ülken <3 kkk
Delete