Biz her şeye. Esirgeyen ve bağışlayan, çokça esirgeyen ve
çokça bağışlayan, hep esirgeyen ve hep bağışlayan Rabbin adıyla başlayan
adamlarız Anna.
Büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların,
korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulmamız da bundan.
Sanayi devriminde bile, karanlık, rutubetli. Çok bağrışlı.
Çok nefessiz. Çok sabahsız, çok aşksız. Çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız
bir fabrikada hayatla kaldık sırf bu yüzden.
Piyasaların hınçla dahi iniş çıkışlarına kalbimiz dayanıyor
bir şekilde. Kalbimiz derken, ilk gençliğimiz, sakalımız, bir kasetin iki
yüzüne de art arda kaydedip dinlediğimiz şarkımız diyorum.
İşte böyle yaşıyoruz ve yaşamak da sana dair uzayıp giden
bir özleme dönüşüyor.
İnsaf et Anna. Gidelim buradan.
Senin masumiyetini,
bilgelik zamanından kalma sırları, dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp da
gidelim. Hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim.
Gitmek istemezsen bir şiir miktarı kadar otursak diyorum.*
(tarık tufan/bir adam girdi şehre koşarak)
Neden böyle bir giriş yaptığımı bilmiyorum. Halbuki Tarık Tufan da okumuşluğum yoktur. Belki kelimelerim tükendiği için böyle girişlere
ihtiyaç duyuyorum artık, bilemiyorum. Fakat fevkalade yazmış, kabul edin. Bu yazıyı nerede okusam nedensizce içlenirim.
Bugün çok değişik duyguları yaşadığım, sıradan diyemeyeceğim
bir gündü. Zaten mezun oldum olası hayatımda aksiyon eksik olmaz oldu. Fakat
bugün çok zıt hissiyatları aynı anda yaşadım. Bazen tüm bu yaşadıklarımı bir
günlüğe kaydetsem mi diyorum. Fakat o kadar cesaretim yok. Cesaretle ne alakası
var demeyin. Eski günlüklerimi okurken mezarımı kazıyorlarmış gibi
hissettiğimden beridir günlük tutamıyorum. İnsan günden güne değişiyor. Ve
eskiden olup biteni okuyarak tekrardan zihninde canlandırmak canını bir miktar... Buraya acıtıyor gelebilirdi lakin “acıtmak” sözcüğünü vara yoğa kullandığımız
için artık kullanasım gelmiyor. Öyle işte. Eskiler kalbimizi bir miktar
hislendirebiliyor. Ne gerek var.
Dışarıda yağmur yağıyor. Yağmuru pek severim. Gün doğumlarını ve
kuşları da. Gün doğumunu görmek adına uyumadığım geceler çoktur. Bugün de
yağmurun her bir zerresini izleyebilmek adına uyumasam mı diye düşünmüyor
değilim. Ne diyordum? Gün doğumu, yağmur
ve evrene dair bir takım güzellikler. Fakat bahsetmek istediğim şey tam olarak
bu değil.
Dedim ya bugün pek çok duyguyu bir arada yaşadım diye.
Onlardan biri de samimiyetti. Lise arkadaşlarımla buluştum bugün. Lise arkadaşları
kelimesi bende gökyüzünde çiçekler açması etkisi yaratıyor. O kadar naif. O
kadar özlenilesi. Lise arkadaşlarımlayken üzerimden tüm yapaylığımı atıp, gardımı indirip en savunmasız halimle olabiliyorum. Lise
arkadaşları insanın ana vatanı. Çocukluğu. Beni en yakından, en yalın halimle
tanıyan, bilen güruh. Neyse. Bir takım ağız dolusu gülümseten haller. Fakat
bahsetmek istediğim, beni gecenin bir saatinde yatağımdan kaldıran düşünce bu
da değildi.
Bugün bir resim gördüm. Ve onun üzerine bir takım çıkarımlar
yaptım kendime. Çıkarımda bulunmayı pek severim. Tıpkı gün doğumu, yağmur ve
şaka şaka... Alt tarafı çıkarım işte. Ders çıkardım kendime. Çok akıllı usluyum
ya. Kendi dersimi kendim verebiliyorum.
Bu hayatta bazı kararlar alırız. Bazı seçimler yaparız. “Her
seçiş bir vazgeçiştir.” Yeni tercihler yeni terkleri doğurur. Yani bir
şeylerden feragat edeceğiz ki yeni ufuklara yelken açalım değil mi? Bu
tercihler bizi bazen mutsuzluğa sevk edebilir. Karar verdiğimiz anda çok hevesli, çok istekliyizdir. Fakat sonraları eski yaşantımızı özlediğimizi, kararımızın
pek de istediğimiz yönde zuhur etmediğini fark ederiz. Burada izleyebileceğimiz
iki yol vardır sevgili okur. İlki bunalımlara girip en nihayetinde eski
yaşantımıza geri dönmek. Öteki ise bu karara bizi iten sebebin ne olduğunu
kendimize hatırlatmak. Ve en önemlisi menfaatler dengesi.
Eğer bir yola
girdiğimizde o yol bize fazla engebeli gelmeye başlamışsa ve bizi yoldan
çıkarmaya çalışan düşünceler zihnimize üşüşmeye çalışıyorsa o yola girerken
neleri feda ettiğimizi, uğruna nelerden vazgeçtiğimizi düşünürken, bir yanda da
yolun sonunda elde edilebilmesi olası mükafatı düşünmeliyiz.
Birisi bana bir konuda fikir danıştığında her zaman menfaatler çizelgesi yapmasını tavsiye ederim. Yani bir kağıdı uzunca bir çizgiyle ikiye ayırmak ve söz konusu olayın artılarının ve eksilerinin sağ ve sol taraflara yazılması. Bu insanın işini kolaylaştırır çoğu zaman. Dolayısıyla da pişmanlık duymaya meylettiğimiz bir tercihimizi sorgulamaya başlamışsak eğer, bir şeylerde bir şekilde zorlanıyorsak, bu yükün artık ağır geldiğini hissediyorsak; onun artılar bölümünde ne yazdığını, en başta seçerken neden böyle bir işe kalkışıldığını insanın kendi benliğine bir güzel gösterilmesi lazım.
Birisi bana bir konuda fikir danıştığında her zaman menfaatler çizelgesi yapmasını tavsiye ederim. Yani bir kağıdı uzunca bir çizgiyle ikiye ayırmak ve söz konusu olayın artılarının ve eksilerinin sağ ve sol taraflara yazılması. Bu insanın işini kolaylaştırır çoğu zaman. Dolayısıyla da pişmanlık duymaya meylettiğimiz bir tercihimizi sorgulamaya başlamışsak eğer, bir şeylerde bir şekilde zorlanıyorsak, bu yükün artık ağır geldiğini hissediyorsak; onun artılar bölümünde ne yazdığını, en başta seçerken neden böyle bir işe kalkışıldığını insanın kendi benliğine bir güzel gösterilmesi lazım.
Başka türlü olmuyor sevgili okur. Hayat zaten zor. Bir de tercihlerimizi tekrar tekrar sorgulayacak ve yoktan yere pişmanlık duyacaksak işimiz var demektir.
Ne kadar da açık konuştum değil mi. Anlatmak istediğim olayın ayan beyanlığı göz yaşartıyor. Zaten meselelerimi anlatmakta hep zorluk çekerim. Fakat verilmek istenen mesaj ortada diye düşünüyorum.
Yazıya başladığımdan beri dördüncü kez gök gürledi. Şimşek
çakıp da zifiri karanlık bir kaç saniyeliğine aydınlıktan sonra o heybetli sesi beklemek ve dinlemek paha biçilemez. Baya heyecanlı bir gece oluyor sevgili okur.
Esen kalın.

Comments
Post a Comment