Saat akşam beş suları. Ankara adliyesinin önündeki otobüs duraklarında otobüs bekliyorum. Aynı zamanda da telefonla konuşuyorum. Bir anda bir insanın şahit olabileceği en kötü manzaralardan birine şahit oldum.
Elinde baston olan ve engelli olduğu belli olan bir adam
gözlerimin önünde yere yığılıverdi. Ama normal bir şekilde düşmedi. Adamın daha
sonra ayağa kalktığını görmesem ayaklarının kırıldığına emindim. Öyle kötü bir
düşüştü yani.
Adam Kastamonulu. Hastaneden yeni taburcu olmuş, evine
gidecek. Ama ne yol parası ne de telefonunda kontörü var. Kendisini almaya da
kimse gelmemiş.
Sadece bir dakika gözümüzü kapatıp da kendimizi onun yerine
koysak... Evinize dönmek için hiç yol paranız yok. Birilerini arayıp halinizi haber
veremiyorsunuz. Üstelik hastaneden yeni taburcu olmuşsunuz, zar zor
yürüyorsunuz ve engelli bir bireysiniz.
Ne hissederdiniz? Çaresizliğin en somut hali bu olsa gerek.
Adamın ailesinin sorumsuzluğuna mı üzüleyim, adamın haline
mi acıyayım yoksa bu kadar rahat hayat şartları içinde yaşayıp da her şeyden bu
kadar şikayetçi olan bizlerin haline mi yanayım gerçekten bilmiyorum. Bu
yazdığım çok klasiktir. Hem de nasıl! Herkes kendimizden daha kötü durumda
olanları düşünüp kendi halimize şükretmemiz gerektiğinden dem vurur.
Ama ne yazık ki bu
tarz şeyler ne söylemekle anlaşılıyor, ne de yazılıp çizilmekle. İnsanoğlu o
kadar unutkan ki! Bu gibi durumları sürekli hafızasında tutması için her daim
birilerinin bunu gözüne sokması gerekiyor maalesef. Tıpkı benim yarın veya en
geç ertesi akşam bu olayı unutup bir sonraki gün ne yiyeceğimi düşüneceğim gibi,
insanlar da kendileri kötü duruma düşmedikçe o durumdaki kişileri anlayamıyor.
Ara sıra hatırına gelse de bir kaç gün geçmeden unutuyor. Tok açın halinden ne
anlar?
Bizler, bizim sahip olduğumuz hayat standartlarına sahip
olmayanları, bu standartlar bizde olduğu sürece anlayamayız. Kötü bir olayla
karşılaştığımızda da yapacağımız şey, o an için gördüğümüz duruma üzülüp, kötü
durumda olan kişinin eline üç kuruş sıkıştırmaktan öte gitmeyecektir. Acı ama
ne yazık ki gerçek bu.
Empati, insanlarla beraber yaşamanın en önemli kuralı belki
de. Bunu başarabilmek çok zor. Hatta bence imkansıza yakın. Korkarım ki,
karşımızdaki, yanımızdaki - yöremizdeki veya görmediğimiz ama var olduğunu
bildiğimiz, bizden daha kötü durumdaki insanlar için aynı acıyı içimizde
hissetmedikçe ve durumlarını iyileştirmek için harekete geçmedikçe; ne
toplumsal anlamda birlik duygusunu yakalayabiliriz, ne de kalkınabiliriz.
(Merak edenler için, Kastamonulu adama yardım edildi. Su
verip kendine getirdiler. Bilet parasını karşılayıp karşılamadığından emin
olmadığım bir miktar para verdiler. En son, otobüs terminaline gitmek için
dolmuşa yürüyordu. Umarım evine sağ salim ulaşır.)
Comments
Post a Comment