Dolmuştaki muhabbetten hiçbir zaman kaçamazsınız. Kapalı bir yer. Orada bir şekilde bulunmak zorundasınız. Ve kulaklıkla müzik dinleme imkanınız da yoksa, eli mahkum dinlersiniz bütün o konuşmaları. Hayat üzerine bakış açıları, siyasi görüşler, eleştirmek için her şeyi eleştirenler ve “karanlığa küfredeceğine bir mum da sen yak”cılar… Her türden insan vardır böyle yerlerde. Normalde dolmuşla yolculuk yaparken, kulaklık takıp izole olmayı severim tüm o konuşmalardan. Ama bu gün her nedense dinlemek istedim ve kendimce güzel şeyler de çıkardım.
Kahramanlarımız üniversite öğrencisi bir kız ve bir erkek. Anladığım kadarıyla kız, okuduğu asıl bölümün yanında, ilgi duyduğu başka bir alanda bir bölüm okuyor açık öğretimden. Ve derslere hiç çalışmadığını, zaten zevk için okuduğunu, bu yüzden de kendisine sıkıntı yapmadığını söylüyor. Buradan itibaren konuşmayı (aklımda kaldığı kadarıyla) yazıyorum.
-Zevk için yaptığın bir şeyi eziyet haline dönüştürmeyeceksin.
+Benim hayat felsefem bu resmen. Hayatımda bütün zevk için yaptığım şeyleri eziyet haline dönüştürüyorum. Mesela geçen sene üstten ders aldım öylesine. Sadece zevk olsun diye... Veremezsem de seneye tekrar alırım, dedim. Ama bütün sene en fazla ona çalıştım ve işkence haline getirdim kendim için.
-Ama bu seni çok yıpratır.
+Biliyorum, zaten çok yaşlandım.
Yaşlandım kelimesine takılı kaldı zihnim bir süre. Pek klişe bir kelime belki ama çok da anlamlıydı söyledikleri. Sonrasında ne mi oldu? İneceğim durağa geldim! Ama bu kadarlık kısım bile beynimde bir şeyler uyandırmaya yetti. Acaba ben zevk için yaptığım hangi şeyleri kendim için eziyet haline dönüştürüyordum?
Başlangıçta belki sadece eğlence amaçlı başlıyordu, ama sonra öyle kaptırıyordum ki kendimi o şeye; benim için eğlenceli bir süreç olması gerekirken, sonuca var gücümle ulaşmaya çalıştığım bir eylem haline geliyordu.
Hepimizin hayatında vardır böyle anılar. Bir şeylere hobi olsun diye, kafamız dağılsın diye başlamışızdır ama geldiğimiz noktaya bakınca, başlarkenki amacımızdan bir hayli uzaklaştığımızı görürüz. Ve bu da dolmuştaki delikanlının dediği gibi ne yazık ki daha yirmilerin başındayken bizi yaşlandırır. Bu aralar kendim de dahil olmak üzere o kadar çok kişide görüyorum ki bunu... Çok yorgunuz, her şeyi unutuyoruz, günlerce uyumak istiyoruz, yaşama heyecanımızı yitirdik. Galiba yaşlanıyoruz.
Bu sadece bizimle de alakalı bir durum değil ne yazık ki. İçinde bulunduğumuz şartlar buna zorluyor bizi çoğu zaman. Misal, sınav haftasındayız. Ve kimseden yüzünde gülücüklerle sizinle muhabbet etmesini bekleyemezsiniz. Neden mi? Çünkü insanlar bir gün öncesinden uykusuz, o günün sınavından dolayı mutsuz, ertesi günün sınavı nedeniyle kaygılı. Bu hep böyledir. İstisnalar mevcut bulunmakla beraber, günümüzde tüm bu “hayat meşgalesi” dediğimiz koşuşturmaca insanımızı yormakta ve yaşlandırmaktadır.
Bunun bir de şu yönü var. Şu an tüm bunları öğrenci halimle yazıyorum. Yani ileride iş hayatına atıldığımda ne gibi yorgunluklar bekliyor beni, en ufak bir fikrim bile yok. Sadece kendimde ve etrafımda gözlemlediğim kadarıyla herkes ruhen ölmüş, üzerlerine toprak atan kimse yok. Ama ileride çok daha vahim manzaralarla karşılaşacağım belki de, bilemiyorum.
Bütün bunları neden mi yazdım? İlk sebebim yarınki sınava çalışmamak için bir bahane bulmaktı. Ve galiba bir iki saat kazandım.
Ama asıl önemli olan, hayatımız ne kadar yoğun, bunaltıcı ve renksiz olursa olsun, her ne işle uğraşıyor olursak olalım; arada bir durup da, “Ben aslında ne için bu kadar uğraşıyorum, tüm bunlara ileride değecek mi?” diye sorgulamak. Muhtemelen değmeyecek. Hem de hiçbirine. Ve yine muhtemelen bu işleyiş böyle devam edip gidecek. Ama yine de belki bu yazı küçük bir soru işareti olur da bazı hayatlara, istenmeden yapılan işlerin, işkence haline dönüştürülen eğlencelerin ve bir anlamı olmayan uğraşılar sonu edinilen yorgunlukları bir sorgulayan olur.
Comments
Post a Comment