Skip to main content

Paylaşma İhtiyacı

İnsan neden paylaşır? Yaşadıklarına bir başkasını şahit kılmak için. İnsanın evlenmesinin nedenlerinden biri de budur. Ya da birileriyle ilişki yaşamasının sebebi. Çünkü istiyoruz ki birileri hayatımıza şahitlik etsin, tanıklık etsin. Bu hayattan geldik, geçiyoruz. Dünya üzerinde kapladığımız alan belirli. Katı olan her şey buharlaşıyor. Göreceğimiz yerler, tanıyacağımız kişiler ve yapacağımız işler hep sınırlı sayıda. Ama hikayemizi bir başkasına aktarırsak eğer, hikayemiz bir başka bedende varlık bulacak. Ve o başkası bir diğerine, bir diğerine derken, bizim hikayemiz bilinir; biz dünyadan yok olunca silinmez. İnsan bu yüzden yaşar. Bu yüzden kendini her daim yazıyla, resimle, videoyla, müzikle başkalarına ifade etme, tanıtma ihtiyacı hisseder ki, bir gün adı bu yeryüzünden silindiğinde bütün anıları da onunla beraber silinmesin.

Sanırım kitap yazmaya biraz da bu sebepten başladım. İnsanlara otobiyografimi yazdığımı söylediğimde, insanlar belki parlak bir hayatım olduğunu ve bu yuzden paylaşmak istedigimi düşünebilirler. Ya da aktarilmasi gereken bilgelik dolu dusuncelerim olduğunu. Halbuki bu tamamen gerçekten uzak. Bir kitap yazmak istedim çünkü bir hayat yasadim. Ve onun bu dünyada sonsuza dek var olmasını istiyorum. Yasadiklarimin gorulmesini istiyorum. İnsanların hangi dersleri öğrendiğimi bilmelerini istiyorum.

Gittiğim, gezdiğim, gördüğüm yerlerde bazen sayısız maceralara şahit oluyorum. Hiç bilmediğim, dilini bile konuşmadığım bir ülkede, mesela bir kafeye kahve almak için gidiyorum. Orada çalışan görevliyle iletişebiliyoruz ya da iletişemiyoruz. Ama sonunda bir hikaye doğuyor bundan. O an bizi an be an kameraya alsalar, bundan küçük bir kısa film çıkar. Herkes kendince bir yorum getirebilir onun üzerine. Bunlar önemsizmiş gibi görünen ama bence önemli şeyler. İnsanın her şeye şahitlik edişi önemli. Ve eğer bu bir video şeklinde sunulsaydı, bunu izleyen insanlar sadece kendi görgüleri, bilgileri ve ufukları ölçüsünde bundan bir anlam çıkaracaklardı. Fakat bunun üzerine ben bir şeyler yazdığımda ben kendi duygularımı, tecrübemi ve o anki ruh halimi de ekleyebiliyorum.

Mesela turistik bir yere gittiğimizde her bir karenin fotoğrafını çekiyoruz, değil mi? Mesela X müzesine gittiniz. Orada toplamda 1 saat durdunuz ve 15 fotoğraf çektiniz. Müzenin fotoğraflarından bahsediyorum, sizin kendi fotoğrafınızdan değil. Sizce o X müzesinin çektiğiniz 15 fotoğrafının internette olmama ihtimali nedir? Ya da dünya üzerindeki başka hiçbir insan tarafından çekilmemiş olma ihtimali? Eğer o X müzesi orada yıllarca varsa, ve oradan her gün binlerce turist geçiyorsa, muhtemelen milyonlarca hatta milyarlarca kere o müzenin fotoğrafı çekilmiştir. Peki sizin çekmekteki motivasyonunuz ne? 'Ben X müzesine geldim, ve buna ben de şahit oldum.' Bir, kendinize şahit kılıyorsunuz. İki, başkalarını şahit kılışınıza şahit kılıyorsunuz. Yani aslında olay o müzenin oluşu, mimarisi filan değil; o şahit oluşumuzun bir yerde resmedilmesi, kayıt altına alınması. Aslında hepimiz buna uğraşıyoruz.

Yaptığımız bütün işler, arkadaş buluşmaları, sosyalleşmeler hep şahit kılmaya hizmet ediyor, bu ihtiyaçtan ileri geliyor. Yani bir konferansa gidip 15 dakikalık bir sunum yaptığımızda bile aslında konferansa katılan 100 kişiye araştırmanızı ve kendinizi şahit kılıyorsunuz. 100 kişi sizin aktardığınız o bilgiye, herhangi başka bir kaynaktan ulaşamazlar mıydı? Muhtemelen ulaşabilirlerdi. Ama siz bir şekilde kendi yorumunuzu katıyorsunuz ve o araştırmaya kendi imzanızı atıyorsunuz. Ve buna başkalarını şahit kılmak istiyorsunuz. İnsanlar bu yüzden bir şeyler üretiyorlar. Üretme çabaları bile aslında şahit kılınmak için. Birisine bir hediye alıyoruz. O kişinin bizi hatırlaması, ve o kişinin o hediyeye her baktığında bizi bu duruma şahit kılması için. O kişide aslında bir parçamızı bırakıyoruz, bir iz bırakıyoruz.

Peki tüm bu şahitlikler nereye gidiyor? Bir yerde bıraktığımız bütün bu anılar bir müddet sonra zaman aşımına uğrayıp havaya mı karışıyor? Ne dedik, katı olan her şey buharlaşıyor. Bunu Marx’in Komünist Manifesto'da geçtiği anlamıyla değil, ama; her şey nihayete eriyor, tükeniyor ve hiclige karışıyor manasıyla kullanıyorum. Bu düşünceye çok takılınca dünyanın boşunalığı ve hayatın anlamsızlığı girdabına çakılı kalıyor insan - nereden biliyorum diye sormayın. Dolayisiyla, oraya çok girmeden, insanlarda bıraktığımız izler ve onlari şahit kıldığımız yaşanmışlıklar hariç, anlamlı ya da anlamsız yaşadığımız bu hayatlar, bedenimiz ve ruhumuz bu dünyadan gittiğinde havaya karışacak. Bir kitap yazmanın en büyük amacı bu değilse ne bilmiyorum- bireyin beyhude bir ölümsüzlüğe ulaşma çabası.



Comments

  1. Ne güzel yazmışsın yine, kitabını okumayı da çok isterim. Hollanda’dan sevgiler 🌸

    ReplyDelete

Post a Comment

Popular posts from this blog

YLSY Sürecim

Üniversite üçüncü sınıf. Aziz hoca bir dersimizde “Türkiye'de akademisyen olabilmenin yolları”nı anlatıyor. O zaman bunun için 3 yol var: ÖYP, cari alımlar ve MEB bursu. O gün MEB bursunu duyunca çok heyecanlandığımı hatırlıyorum. Anneme anlatıyorum hemen, 6 sene çok fazla diyor; babam, Türkiye'de bir iş sahibi olmamı söylüyor. Benim için hiç kolay bir ikna süreci olmuyor. Kendimi ifade etme çabalarım hala gözümün önünden gitmiyor.  Bir sene sonra ÖYP kaldırılıyor. Yıkılıyorum. Sonra mezun oluyorum. Sonra 2016 yılında ilk kez YLSY tercih kılavuzu yayınlanıyor. İçinde özel hukuk yok. Benim hukuku sevme nedenim olan özel hukuk yok. Başvurmuyorum. Ama gerçekten çok üzülüyorum. Aradan birkaç ay geçiyor. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi'ne yüksek lisansa kabul ediliyorum. Ve YLSY'yi tamamen unutuyorum. Çok güzel bir yüksek lisans dönemi... Hocalarımı çok seviyorum. Okulumu çok seviyorum. Beni gerçekten tatmin ediyor. Sonra staj başlatıyorum. Yüksek lisans ve stajı aynı...

Yeni Mezun Bir Hukukçuyu Neler Bekliyor- Part 1

Merhaba, İlk olarak çok uzun zamandır yazı yazmadığımı belirtmeliyim. En son yazıyı kasımda yazmışım. Kasımdan bu yana geçen 8 ay boyunca çeşitli yoğunluklarım olduğundan ve bir süre sonra da araya zaman girdiği için bloga yazmak zorlaştığından ötürü yazı yazamadım. Fakat bir arkadaşımın yeni mezun bir hukukuçuya neler tavsiye edebileceğimi anlatan bir yazı kaleme almamı ricası üzerine kendimi bilgisayarın başında buldum. Umarım bu yazıyla blogun tozunu kaldırmış olurum. Öncelikle internetteki herhangi bir yerden copy-paste yapmayacağımı söylemeliyim. Bu yazdıklarım tamamen benim büyüklerimden öğrendiğim ve yaşayarak tecrübe ettiğim şeyler. Ben halihazırda avukatlık stajımın sonuna geldim ve yüksek lisansta da tez aşamasına gelmiş bulunuyorum. Kendimden yola çıkarak da anlatacağım bazı şeyleri. Keyifli okumalar. TATİL Bu yeni mezun olmuş herkese verebileceğim ilk ve en büyük tavsiyedir. Ben mezun olur olmaz, geçiçi diplomalarımız çıkınca koşa koşa baroda staj başvur...

First of Many

   Today marks the last day of teaching for the semester. I feel exhausted and free, but mostly happy. I have done something I was most scared of—something I thought I could never do. One of my biggest fears. And yet, here I am, having led two module tutorials for a semester and surviving it. It’s been a long time since I’ve truly challenged myself through work, so this experience is incredibly valuable to me. Of course, when I first started my PhD, gave my first presentation, started my first job, or took my first long-haul flight overseas, I felt challenged and scared. But all those moments are in the past. Recently, I’ve been sticking to things I’m already good at. Nothing has particularly pushed me- nothing that made me wake up at 5 a.m. or kept me stressed overnight. As much as I disliked the anxiety coursing through my body, I appreciated the feeling of having a new goal—something to achieve, something that forced me out of my comfort zone. The satisfaction afterwa...